28 Nisan 2017 Cuma

BİR FİLM BİR ŞARKI

         
        Gizem düşünüyor bir etkinlik yapmış. Kendisi Nisan ayında izlediği filmi ve en çok dinlediği şarkıyı paylaşmış. Beni de etkinliğe Sonbahar Kedisi davet etti. Bu benim katıldığım ilk etkinlik.


        Bir kedi buldu ve hayatı değişti (Kediler plansız bir araya geldi)

         Bu ay izleyip oldukça etkilendiğim bir film Sokak Kedisi Bob.  Gerçek bir hikayenin kahramanının bizzat kendisinin yazmış olduğu  kitaptan uyarlanmış bir film. Kitabını okumadım ancak filmin hikayesi beni oldukça etkiledi.

       Kötü bir çocukluk ve aile hayatı sonrası uyuşturucu bağımlısı olan James Bowen, bir gün sokakta bir kedi bulur ve tüm hayatı değişir. Öyle ki sokaklarda kedisiyle şarkı söylerken, insanlar tarafından ilgi görür, gazetelerde hakkında yazılar çıkar. bu kedi ile birlikte bağımlılıklarından kurtulur. Yeni bir hayata adım atar. Siz de biraz rahatlamak ve umut görmek istiyorsanız bu filmi izlemelisiniz.





          Bir şarkı dinledim  (Aslında bir çok şarkı dinledim)
   
          Sizi, fırsatınız olur da bakabilirseniz Google Plus'taki Müzik Koleksiyonuma davet etmek istiyorum. Linke ya da resmin üstüne tıklayarak koleksiyonuma ulaşabilirsiniz.

           
               Youtube kanalım da var fakat tüm şarkıları henüz oraya atamadım. Zamanla aktarmayı ve yeni şarkılar da eklemeyi düşünüyorum. deryada damla linkiyle müzik listelerime ulaşabilirsiniz.

                

24 Nisan 2017 Pazartesi

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK - 3.BÖLÜM


            O günkü tartışmanın ardından çocukluğunun geçtiği mahalleye gitti. Mahalle eskisine göre çok farklıydı. Büyüdüğü eve, sokağa baktı uzun uzun. Güzel saydığı birkaç anıdan biriydi o sokak. Arkadaşlarıyla oynadığı oyunları tekrar yaşadı. Futbol oynayan çocukların arasına karıştı onlarla oynadı biraz. Evin merdivenlerine oturdu. Çocukken ağladığı merdivenler, onu tanımış mıydılar? Yine kollarıyla saracaklar mıydı? Hışımla içeriden çıkan yaşlı kadın, yine kolundan sıkıca tutup içeriye sürükleyecek miydi?

           Sevilmeye layık olmadığı ne vardı? Yıllarca cevap bulamadığı bu kadar soru, yormaktan başka bir işe yaramıyordu. Yanında hiç olmayan annesini, keşke olmasaydı dediği babasını, babaannesini, evdeki bitmeyen kavgaları, şişeleri, kırılan camları, tekmelenen kapıları hatırladı. Odanın bir köşesine sinip korkudan titrediği zamanlarda, tüm bunların acısını çıkartırcasına okulda öğretmenin anlattıklarını tekrarladığını, tüm hırsını derslerden çıkardığını hayalinde canlandırdı tekrar. Biraz gurur kaplandı içi. Sonuçta bir başka çocuğun asla dayanamayacağı, serseri olmak dışında işe yaramayacak hayatının, bir köprü altında artık hangi gün çektiği gazla son bulacağını düşündü. O başkaydı. Asla pes etmiyordu. Şu anda bulunduğu konuma gelinceye kadar feda olmuştu çocukluğu, buna değer miydi?

           Okuldan eve geldiğinde "Annem nerede?" diye sordu çocuk. Evde, olması gerekenden fazla insan vardı. Babası yere çökmüş, başı iki elinin arasında duruyordu. Babaannesi dizlerini dövüp, bağırıp çağırıyordu. Halaları yüksek sesle konuşuyorlar, amcalar küfürler ediyordu. Bir kenara ilişti.  Halası "Vah garip yavrum vah vah" diye göstermelik bir şefkatle sarıldı. "Üzülme sen, bundan sonra senin annen biz olacağız. Şuncacık çocuktan ne istedin be kadın. Buna da mı acımadın" deyip bir diğer hala sarılmıştı. Anne, başka bir adamla kaçmıştır. Ortada bir rezillik vardır. Bu, ona herkes tarafından ve türlü bahanelerle yıllarca hissettirilecektir artık.

            Babaanne hep sinirliydı. Akif'in her yaptığı gözüne batardı. Yok olsa, belki tüm sorunları ortadan kalkacaktı. Bazı günler, halalarının kapısının önünde bulurdu kendisini. Babaannesinin kolundan sıkıca tutup çekeleyerek taşıdığı evlerin kapılarında, anlamsız bakışlarla alınmayı beklerdi içeri. Yine annesine edilen gün görmemiş küfürlerin ardından, kapı önlerinde defterleri, kitapları, kalemi, silgisiyle  merdivenleri çalışma odası gibi kullanırdı. En nihayet hava karardığında, halanın uygun gördüğü bir saatte içeri girer, kafasına vurulurcasına önüne konan tabaklardaki çorbaları içer, önemli bir insan olduğu günlerin hayalini kurardı.

             Şimdi önemli bir insandı. Bütün bunları elde ederken yanında kimse yoktu. Babası, babaannesi öldükten sonra, onu çocuk yuvasına bırakmış, senede bir defa görmeye gelmiş, o zamanlarda da bir çocuğa değil de terk eden bir kadının çocuğuna nasıl bakılırsa, gözlerini kaçırırcasına bakmıştı. Ayakları üstünde durduğunu gördüğünde de para koparmak dışında yanına uğramamıştı.  Annesinin nerede olduğuna dair en ufak bir bilgisi yoktu.

             Akşam eve gittiğinde çok yorgundu. Kendisini hemen yatağa attı uyudu. Sabah kalktığında üzerinden bir kamyon geçmiş gibiydi. Yorgunluğu ve kızgınlığı hala duruyordu. Telefonunu açtı. Gelen çağrıları ve mesajları inceledi. Dilek'ten onlarca çağrı ve mesaj geldiğini gördü. Hepsini tek tek okudu. Mesajların hepsi de bir yanlış anlamanın olduğu, anlatması için bir fırsat vermesine yönelikti. En son mesajda da "Sen hiçbir kadına güvenemeyeceksin" yazıyordu. Düşündü, haklıydı. En güvendiği kadın, onu çok ihtiyacı olduğu zamanlarda terk edip gitmişti.

             Kapının ziliyle irkildi birden. Kim gelmiş olabilir ki diye düşündü. Kapıyı açtığında Dilek karşısındaydı. Kadın içeri daldı birden. Mutfağa geçip kahvaltı hazırlamaya başladı Akif"in asık suratına aldırmadan. Bu arada konuşmayı da ihmal etmiyordu. Akşamdan beri merak içinde kaldığını, kızgınlığının tamamen gereksiz olduğunu, kendisini hayal kırıklığına uğratacak bir şeyi asla yapmayacağını anlatıyordu.

             Akif:  "Peki Mehmet'le özel olarak konuşacak ne vardı benden habersiz. Sebep neydi? On dakika yalnız bıraktığımda fırsat kolluyor görüntüsü de neydi? Senin kulağına eğilip söyleyeceği ne olabilir Mehmet'in? Sizi öyle gördüğümde nasıl öfkelendiğimi anlamıyorsun."

             Dilek: "Kahvaltımızı edelim hepsini anlatacağım sabırlı ol"

             Dilek'in bu kendinden emin tavrıyla biraz içi rahatlamıştı. Kahvaltıda peynirli krep, patatesli yumurta vardı. Kahvaltı ederken başka şeylerden bahsetti Dilek. Akif sadece dinliyordu. Kahvaltı sonrası balkonda kahvelerini içerken, Dilek: "Şimdi sana öğrenmek istediğin her şeyi anlatacağım" dedi. "Mehmet, senin iş için dışarıda olduğun bir gün ofisine gelen bir kadından bahsetti bana. Annen olduğunu söylemiş. Fakat senin olmadığını görünce çok üzülmüş. Mehmet biraz üstüne gittiğinde, senden yıllardır ayrı olduğunu, babanın ve babaannenin seni asla göstermediklerini, bazen gelip uzaktan izlediğini anlatmış. Çalıştığın yeri bir şekilde öğrendiğini sadece görmek için geldiğini söylemiş. Sonra senin duymanı istemediğini söylemiş. Yemin ettirmiş." Akif bunları büyük bir şaşkınlık içinde dinlerken neden bu kadar yıl annesinden haber alamadığını anlamış bulunuyordu. Dilek'e ve Mehmet'e haksızlık ettiğini kabul ediyordu sessizce. Annesine ulaşmalı, gerçekleri bir de ondan dinlemeliydi. Ona ulaşabileceği bir numara da bırakmamıştı. Babasına gitmeye karar verdi.

            Dilek'le birlikte babasının yaşadığı eve gittiler. Aylardır ayak basmadığı ev, oldukça eski ve bakımsızdı. Duyduğu öfke yüzünden, mümkün olduğunca karşılaşmak istemediği bu adamın şartlarını daha da iyileştirmek, içinden hiçbir zaman gelmemişti. Acısı öyle büyüktü ki, kimsesizliği tatması için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Onun bir dilenci gibi kapısına gelmesi bile, ne kadar tatsız da olsa içten içe nefretini azaltıyordu sanki. Evin kapısını yaşlı bir adam açtı. Kapıda oğlunu gören adamın buruk sevinci, utancı yüzünden okunuyordu. İçeri geçtiler. Çöplerden toplandığı belli olan eşyalar, odanın içine düzensizce yerleştirilmişti. Kırık bir çekyatın kenarına iliştiler. Baba, ikram edecek bir şey olmadığını her halinden belli ediyordu. "Bir çay alır mısınız?" diyebildi. Akif zahmet etmeye gerek olmadığını, hemen kalkacaklarını söyledi. Annesinin nerede olduğuna dair yıllardır sormadığı soruyu sordu. Babasının gözleri yaşardı. "Bunu bir gün bana soracağını biliyordum" dedi.

             "Oğlum. Kusura bakma, sana oğlum diyorum hiç hakkım olmadığı, sana babalık yapmadığım halde. Ne oldu da annen gitti..." Biraz suskun kalıp derin bir iç çektikten sonra başladı tekrar konuşmaya.  "Ben korkağın biriyim. Hiçbir zaman onun yanında olacak cesareti kendimde bulamadım. Annemle yaşıyorduk fakat inan bir o değil, hiç kimsenin yapabileceği bir şey değildi onunla aynı evde olmak. Benim doğru düzgün işim yoktu ve ona mecburdum. Annen çok sabretti her türlü işkenceye katlandı. Bir gün dayanamayacak hale geldi zavallı. O seni bırakmak istemedi. Annem ise cezalandırmak için ayırdı ikinizi. Bana sorarsan, annen benden daha cesurdu. Benim kendi ayaklarım üzerinde duracak cesaretim asla olmadı. İçten içe imrendim ona, terk edemedim lakin çöplüğümü. Kendine bir ev tutup işe girdiğini öğrendim. Tek başına bir ömür sürdü kendince. Seni görmeye gelememe sebebi ise babaannenin ve benim, başka şehre taşınıp, seni kaçıracağımıza dair tehtit etmemizdi." Artık babasına olan kızgınlığı daha da artmıştı. Annesinin adresini istedi daha önce hiçbir şey istemediği babasından. Babası adresi bilmediğini fakat çalıştığı yeri bildiğini söyledi. Oradan hemen çıkıp gitmek istiyordu artık. Demek mahallede başka türlü anlatılan annesi aslında tamamen suçsuzdu. Yıllarca taşıdığı utanç, boşunaydı.

             Uğraşlarının sonucunda evi öğrendi. Merdivenleri hızla çıktı ve kapıyı çaldı. İçeriden gelen ses, annesinin olmalıydı. Kapıyı açan kadın şaşkınlık içindeydi. Gözlerinden akan yaşlar her şeyi anlatıyordu. Akif de yıllardır kurumuş gözlerinin nasıl da canlı olduğunu fark ediyordu ilk defa. Sarıldılar konuşmadan, sadece ağladılar. Akif, bütün öğrendiklerini anlatıyordu. Susmuyordu, bütün yaşadıklarını anlatıyordu annesine. Annesinin kendisiyle gurur duyduğunu ilk defa öğreniyordu. "Doğrusu bir anne evladını ne olursa olsun terk etmez. O senin dediğin başını eğen ne varsa hepsi yalandı. Gerçek buydu."diyordu annesi.

             Mezarın başında dakikalarca ağladı. "Babam ilk defa benim için iyi bir şey yaptı. Teşekkür edemedim ona. Niye ağlıyorum bilmiyorum bunca yıl nefret ederken, meğer onu seviyormuşum. Öldüğünde anladım."

             Dilek Akif'in ellerini sıkıca tuttu. "Seni bırakmıyorum artık, kovsan da gitmem."
 
 

18 Nisan 2017 Salı

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK - 2. BÖLÜM

                                                                                                 



                                                                                                      Okumayanlar için 1. Bölüm



PARKTAKİ ÇOCUKLAR

           "Unutmuştum işte" dedi. "Arkamda bırakmıştım fakirliği, kimsesizliği. Nereden çıktı şimdi bu adam karşıma. Bütün yaşama sevincimi de alıp götürdü giderken."

           Sekretere telefon açıp, öğleden sonra gelmeyeceğini, arayıp bugünkü randevuları iptal etmesini söyledi. Bugün biraz uzaklaşayım bürodan diye geçirdi içinden. Kadıköy tarafına geçip bir restoranda yemek yedikten sonra, deniz kenarında bir çay bahçesine oturdu. Orada, çay eşliğinde, denizi uzun uzun seyredip düşüncelere daldı. Çocuklu aileler vardı yakındaki parkta. Anneler, çocuklarının başına bir şey gelmesin diye arkalarında koşturup duruyorlardı.

            Hızlıca çay bahçesinden kalkıp, kazadan sonra yattığı hastaneye gitti. Onu bulmalıyım diye düşündü. Birden, o ailenin huzurlu ve vefa üzerine kurulu hayatlarının içine dahil olmak istediğini hissetti. Hastanenin müdürünü tanıdığı için odasına girdi ve biraz hoşbeş ettikten sonra, hasta ve refakatçi bilgilerine ulaşıp ulaşamayacağını sordu. Müdür bunun pek uygun bir şey olmadığını söylese de biraz ısrar sonrası telefon numarasını aldı. Teşekkür edip müdürün yanından ayrıldı.

            Telefonda ne diyeceğini bilmiyordu. Kısa bir süre tanıyor olmanın dışında, diyalog kurmaya yetecek bir yakınlığı da bulunmuyordu. Kendisini tanımayabilirdi. Numaranın yazılı olduğu kağıda bir süre baktıktan sonra aradı. "Merhaba ben Akif, sizinle hastanede tanışmıştık. Babanıza bakmak üzere refakatçi olarak kalıyordunuz. Ben de bir kaza geçirmiştim hatırladınız mı?" dedi. Bu kadar çok kelimeyi ardı ardına söyledikten ve içinde çok başka bir heyecan yaşıyorken, ne yapıyorum ben diye de düşünüyordu. Kadın, oldukça samimi bir sesle "Evet tanıdım" dedi. Ondan sonra da başladı konuşmaya tabii. Hastaneden sonra neredeyse tüm yaptıklarını kısa bir özet halinde geçtikten sonra, akşam yemeğe davet etti. Akif belli etmemeye çalışsa da çok fazla mutlu olmuştu. Neredeyse ağlayacaktı. Evin adresini aldıktan sonra evine gidip hazırlandı.

            Yemeğe tam zamanında yetişmişti. Kapıda, yüzünde adeta güller açan Dilek, tüm sevecenliğiyle içeri davet etti onu. Elindeki çiçekleri aldıktan sonra, salona buyur etti. Salondaki eski eşyalar, temizdi fakat neredeyse antika gibi duruyorlardı. Kahverenginin en koyu tonlarından oluşan masa ve sandalyeler. koltukların üzerindeki modası geçmiş desenler, tüller, hepsi bir uyum içinde ev sahiplerine ait olduklarını belli edercesine duruyorlardı. Baba oldukça sağlıklı, anne oldukça neşeli, kızları ise ne kadar mutlu görünüyordu. Yemek sonrası çay içildi. Çayın yanında üzümlü ev kurabiyelerinin kokusunu çaktırmadan içine çekti Akif. Daha önce böyle benzer bir kurabiye kokusunu, komşu teyzesinin, evin penceresinden ona uzattığı birkaç kurabiyede almıştı. Lezzeti harikaydı ve ağızda dağılıyordu. Hastaneye dair uzun uzun konuşuldu. Sağlığın önemi, havalar sular derken, biraz daha kalsam gitmesem diyebileceği güzel saatlerin sonunda en nihayetinde müsaade isteyip kalktı. Eve yatmaya gittiğinde gözlerini huzurla kapattı.

            Sabah yine aynı iş temposu başlamıştı. Bu kez, hafta sonu için plan yapmak istiyordu. Sabah kahvaltısı, öğle veya akşam yemeği, olmadı bir kahve içmelik bile olsa, tekrar görüşmeliydi. Ne yapmalı ne etmeli tekrar görmeliydi Dilek'i.

            Nihayet hafta sonu geldi.  Akif kısa bile olsa görüşmek için telefon etti. Aynı sevecen ses, yine aynı tonda konuşarak, bir kahve içmeyi kabul etti. Kahve sıradan bir kahve olmamalı, gittikleri yer de sıradan bir kafe olmamalıydı. Pier Lotti'ye gittiler. O tepede İstanbul'un manzarası mükemmeldi. Hava ne soğuk ne sıcak, tam da bahar havasıydı. Kadın yine konuşkan ve mutluydu. Tüm hayat hikayesini olmasa da, önemli bir bölümünü Akif öğrenmişti artık. Ne kadar da güzel bir hikayesi vardı. Hiçbir şeyi saklamıyordu ve yüzde yüz doğru söylediğini düşünüyor, bu kadında yalan yok diyordu. Şimdiye kadar görmediği bir gerçeklikle karşısında duran bu kadın, ondaki hayreti artırıyordu.

            Bazı akşamlar, Dileklerin evine yemeğe çağrılıyor, memnuniyetle kabul ediyordu. Hafta sonu ve diğer  günlerde de eğer aileden izin koparabilirse, onunla vakit geçirebilecek etkinlikler ayarlıyordu. Birkaç kez de şirketin düzenlediği yemeklere birlikte gitmişlerdi. Artık tüm arkadaşları da onu tanıyorlardı. Şirket yemeklerinden birinin bitiminde Dilek'le oldukça hararetli bir tartışma yaşadılar. "Akif : "Bunu neden yaptın?" diyordu.

 Okumak isteyenler için 3. Bölüm

15 Nisan 2017 Cumartesi

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK - 1. BÖLÜM

         
Trafik Kazası

            Ünlü bir şirketin üst düzey yöneticisiydi. Oldukça iyi para kazanıyordu. Eğlenceden ve arkadaştan yoksun değildi. İstediği ne varsa yapabilme şansına sahip, nadir insanlardan biriydi. Arabasına bindi ve yol boyunca düşündü, içindeki sıkıntı da neydi. Bir türlü geçmek bilmeyen bu bunaltıcı his karşısında ne kadar da çaresizdi. Çevresindeki kalabalığın içinde onu anlayan kaç kişi vardı? Gerçek bir dost, sevgili var mıydı? Cevabını çok iyi bildiği bu soru karşısında kendini bir kez daha çaresiz hissetmişti. Araba büyük bir gürültüyle sarsıldı ve bir anda savruldu. Kontrolü tamamen kaybettiğini anladı. Gözünün önünde tüm yaşadığı hayat, film gibi hızlı bir şekilde akıp gidiyordu. Son anlarını yaşıyordu. Mutlu bir aileye sahip değilken, bir kızı bile olmamışken üstelik. Öylece silinip gidiyordu işte yeryüzünden.
 
            Gözlerini bir hastanenin odasında açtığında, kolundaki serumla oynayan hemşire, "Hastanedesiniz ve önemli bir kaza geçirdiğiniz için şu an kontrol altındasınız endişelenmeyin" dedi. Akif, etrafına bakındı neler olduğunu tam olarak hatırlamamakla birlikte, geçirdiği kazayı ve son anları hatırladı. Masanın üstünde çiçekler vardı. Bunlar şirketten gelmiş olmalı diye düşündü. Fakat onlara uzanacak gücü yoktu. Uykuya daldı. Uyandığında hava kararmıştı. Tüm olanları düşündü tekrar. Yanına konulmuş kumandayı eline alıp televizyonu açtı. Bu saatlerde genellikle eski filimler ve çaptan düşmüş diziler yayınlanıyordu. Yabancı kanallara göz attı. Haber bültenlerini izledi. Sabah hemşirenin sesiyle tekrar uykusundan uyandı. Hemşire ilaçlarını getirmişti. Sabah kahvaltısı olarak bir tabak tuzsuz çorba içti. Gürültüler artmıştı. Hastalar da kahvaltılarını yapıyorlardı ve refakatçileri. Benim refakatçim yok diye geçirdi içinden. Sonra kimseye ihtiyacım yok diye cevapladı kendisini. Tekrar televizyonu açtı. Hastanede vakit geçmek bilmiyordu. Öğle olduğunda, kapıda şirketten arkadaşları belirdi. "Geçmiş olsun" demek için gelenler, terfide yardımcı olabileceğini düşünmemişler miydi acaba? Onların sözlerindeki samimiyetsizliği sezinlediği halde aynı samimiyetsizlikle, "İyi ki de geldiniz, çok teşekkür ederim."diyordu.

            Onlar gittikten sonra, oda yine sessizliğe büründü. Telefonunu açtı ve yağan geçmiş olsun mesajlarını tek tek cevapladı. Yapacak bir işi de yoktu zaten. Kapıdan içeri birden dalan bir kadının yaptığı gürültüyle irkildi. Kadın, özürlerini bildirdikten sonra, başına ne geldiğini, ne kadar zamandır burada olduğunu sordu. Aslında pek gereksiz bu konuşmanın neden bu kadar uzadığına anlam veremeden, kadının sorularını cevapladı. Fakat kadında şaşılacak bir samimiyet ve iyi niyet vardı. Bunu sezinlemişti. Tek sorunu, çok konuşuyordu. Babasının hastalığını, nereli olduklarını, babasına baktığı için başka bir işle ilgilenemediğini ve bunun gibi şeyleri anlattıktan sonra "Pardon adım Dilek, tanıştığımıza memnun oldum. Ben de yan odada babamın yanında kalıyorum. İnanın on gündür konuşacak birini arıyorum. Kusuruma bakmayın." dedi. Kadın tam çıkarken "Bir şeye ihtiyacınız olduğunda bana seslenin gelirim" dedi. Kapıyı kapattı çıkarken. Akif kadının arkasından uzun süre baktı kapıya. "Benim yanımda kalacak bir refakatçim bile yok. Bir akrabam, sevgilim, arkadaşım bile yok." Gözleri buğulanır gibi oldu. "Oğlum kendine gel" dedi. "Bulunduğun yere gelene kadar kimseye ihtiyacın olmadı. Bundan sonra da gerek yok." Bunun yalan olduğunu çok iyi biliyordu.

            Hastanede bulunduğu iki günde Dilek ona hep yardımcı oldu. "Neredeyse hastaneden çıktığıma pişman olacağım. İnsan böyle günlerinde pek bir savunmasız oluyor" diye söylendi. Taburcu işlemleri tamamlanırken daha önce yapmayacağı bir şey yaptı ve yan odaya gidip, Dilek'e yardımları için teşekkür etti. Kartını verdi ve bir şeye ihtiyacı olduğunda kendisine gelmesini söyledi. Çıkarken Dilek ve babasını tekrar görme isteğinin nedeni üzerinde düşünüyordu. Babasına bu kadar düşkün bir evladın varlığı onu duygulandırmıştı. Uzun zamandır görmediği karşılıksız sevgi ve bağlılık, en çok ihtiyacı olan şeydi. Hayat çok kısaydı, her an elinden uçup gidebilirdi.

           Ertesi gün hemen işinin başına döndü. Kısa bir süreliğine ayrılmış olmasına rağmen oldukça fazla iş birikmişti. Ofiste yoğun çalışma temposu tekrar başlamıştı işte. Hafta sonları arkadaşları ile eğlenmeye gidiyorlardı. İş arkadaşları ile birlikte vakit geçiriyordu. Fakat bu kez çevresindeki herkes bir yabancıya dönüşmüştü. Konuştukları konular ve daha önce birlikte yaptığı ne varsa anlamsız geliyordu. Aklında hep insanların aslında kendisini hiç tanımadıkları vardı. O da gerçekte onları tanımıyordu. Bir iki kadınla görüştü bu arada fakat uzun süreli bir ilişki sürdürmek istemedi. Bu şekilde aradan birkaç ay geçti.

           Bir öğleden sonra ofise yaşlı bir adam geldi ve Akif'i sordu. Sekreter yaşlı adama beklemesini, bir toplantı dolayısıyla o an için görüşmesinin mümkün olmadığını bildirdi. Yaşlı adam, iki saatlik bir beklemenin ardından Akif'in kapısından içeri girdi. Üzerinde, yıpranmış siyah bir palto vardı. Eski ayakkabıları zaman zaman su geçirdiği izlenimi veriyordu. Kır saçları, kirli sakalı, olduğundan daha da yaşlı gösteriyordu onu. Akif başını kaldırdığında karşılaştığı bu manzara karşısında biraz afalladı. Kapıdaki adama uzun uzun  baktı. Ne diyeceğini ve ne yapacağını bir an için bilemedi. Yaşlı adama doğru ilerledi. "Senin buraya gelebileceğini düşünmemiştim. Telefon açsaydın, belki dışarıda görüşür bir yemek yerdik" dedi. Yaşlı adam bu sözler üzerine, telefonunun artık olmadığını, bu nedenle kendisini rahatsız etmek zorunda kaldığını söylerken, zaten  mahçup olan ifadesi daha da belirginleşti. Uzun bir sessizlikten sonra, cevabını gerçekte merak etmediği sorular yöneltti yaşlı adama. O da kesik ve kısa cevaplarla karşılık veriyordu. İkisi de söylemek istediklerini ifade edememenin sıkıntısını yaşıyorlardı belli ki. Neden sonra adam paraya ihtiyacı olduğunu söyledi. Akif de birlikte daha fazla vakit geçirmek istemediği için, adamla birlikte ofisten çıktı, en yakın ATM'den para çekti ve onu gönderdi. Artık ofise de gitmek istemiyordu. Plansız bu karşılaşma onu oldukça rahatsız etmişti.

Okumak isteyenler için Geçmişle Yüzleşmek 2. Bölüm

10 Nisan 2017 Pazartesi

MARKA MİM'İ

     Bu da benim ilk mim'im. Mim olayı önceleri pek bir garip geliyordu bana. Fakat bloglar arası diyalog için güzel bir etkinlik olduğu söyleniyor. Deeptone'nun başlattığı marka mim'ine Fulya Erdoğan sayesinde dahil oldum. Şimdi ben de arkadaşları mimleyeyim diye düşündüm fakat neredeyse herkesi, sağ olsun mim'lemiş :)


Sevdiğimiz markalar. Bi düşündüm de ben Bim ürünlerinden yanayım. Tam bana göre, uygun fiyatlı, kaliteli olduğunu düşünüyorum. Pahalı ürünlerde gözüm yok:)


1. Kuru fasulyede Saban vazgeçilmezim.




2: Güldal temizlik için mikemmel :)




3.Başka ne olabilir bakayım. Yoğurt ve süt ürünlerinde de kesinlikle Dost diyorum.




Ben de tüm okuyanları mimlemiş olayım. Buyurun, sizin tercih ettiğiniz markalar neler? Kolay gelsin.

4 Nisan 2017 Salı

BİRKAÇ CÜMLEDEN İBARET


           İnsanın birinci önceliği hayatta kalmaya çalışmak olunca başka ne varsa arka planda kalıyor. Şimdilerde birçok insanın önemsediği, almayı düşündükleri, gezmeleri, eğlenmeleri benim için lüks. Olsun, yine de sırf benim dertlerim var diye, mutlu insanlardan acısını çıkarmaya çalışmıyorum. Sırf ben rahat olmadığım için, durumları iyi olan insanlara haset etmiyorum. Dünyada çok daha fazla acı çeken insanlar varken, onları bir kenara bırakıp sadece kendimle uğraşmıyorum.

          Herkes bana üzülsün benim derdimle ilgilensin, en büyük dert benim demiyorum. Kimseyi yormuyorum. Yeterince yardımcı olamadığını düşünüp, fırsat buldukça hatırlatmaya çalışmıyorum. Sonuçta tüm insanların hayatlarında farklı, kendine özgü dertleri, başa çıkmaya çalıştıkları problemleri var. Bu çok insani. Artık her olaya da üzülemiyorum. Eskisi kadar değil. Mesela birinin o an bana göre basit diyebileceğim bir sebepten yaşadığı ve tamamen kendisine özgü  bakış açısıyla ilgili bir davranışı ya da bir sözü yüzünden sinirlenmiyorum. Bu, bana çok da basit görünen olay, belli ki onun için çok önemli. Biraz geride durup "N'oluyoruz!" derken bile onu anlamak için çaba gösteriyorum. Birçoğuna göre basit görünen sorunun, içinden çıkamıyor, bu da onu daha hırçın ve tahammülsüz yapabiliyor. Hele bana göre çocukça bir trip atma, sinirini çıkarmaya çalışma ise kırılmıyorum.  Beni anlamıyor oluşuna susuyorum. Sadece gülüp geçiyorum. Normal karşılıyorum. İnsan olmak böyle bir şey.

           Hatalarla yoğrulup ancak doğru bulunuyor. Bulamayan da oluyor. Taa ki anlayıncaya kadar, benzeri imtihanları yaşıyor, bu bir gerçek. Kendini değiştirmek, geliştirmek, her zaman bir üst seviyeye çıkabilmek için, mükemmele değilse bile, olması gerekene ulaşabilmek için çaba gösteriyorsan, kendini güzel vasıflarla süsleyebilirsin. Yoksa yerinde saymaya mahkum olursun. Belki sana ayna olabilecekler karşına çıkar ama sen o aynadan yüz çevirirsen aslını görmekten de mahrum kalırsın.

           İnsanım ben. Bütünüyle hatadan ve kusurdan oluşmuşum.  Aklım ve hayalim nasıl olacağımda. Hikayenin sonunu öğrenmeyi istiyorum. Bunu diyebilecek cesaretin var mı?