11 Mart 2017 Cumartesi

BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZI DEĞİŞTİREBİLİRİZ

         
beslenme
            Kilo alan bir kadının yaşadığı zorlukları anlatmıştım bir hikayemde. O haliyle, yaşadığı kötü hislerin farkına varılmasını istemiştim. Başkaları tarafından nasıl algılanabildiğini, bu durumun onu ne kadar mutsuz ettiğini anlatmıştım. Bir çok kişi bu hikayeyi okudu belki. Okumayan varsa buraya linkini atıyorum. Beni Böyle de Sever misin?

            Bu hikayeyi yazarken amacım güzel bir ruha sahip olmanın, güzel bir bedene sahip olmaktan daha önemli olduğunu anlatmaktı. Hayatımın hiçbir döneminde kilolu olmadım. Olmadım çünkü yemeye aşırı düşkün değilim. Aslında yemek yapmayı severim. Özellikle tatlı, pasta, hamur işi  yapmak bana terapi gibi gelir. Bir de yapılan yemekler hakkında yorum yapmaya bayılırım. Yerken içinde ne var hissetmeye çalışırım. Bu bana çok eğlenceli gelir.

            Abur cubur sevmem, ara öğüne hiç alışık değilim. Akşam belli bir saatten sonra asla bir şeyler atıştırmam. Porsiyonlarım da ufaktır. Kime göre ufak? Neyse sonuçta kilo almam. Zayıf da değilim normalim işte.

            Diyetisyene oldukça fazla para veren kısa bir süre için sonuç alan arkadaşlarım var. Onlarla konuştuğumda hep ara öğünler üzerinde duruyorlar. Neredeyse mideleri hiç boş kalmıyor. Bazen diyete spor da ekleniyor fakat kısa süreli zayıflıyorlar. Bir gün arkadaşıma dedim ki: "Sen yıllardır diyetisyenlerle çalışıyorsun. Fakat sürekli zayıflamakla meşgulsün. Benim kilo sorunum yok. Sadece çok ve sürekli yemiyorum. Bir de akşam yemiyorum o kadar. "Arkadaşım ısrarla diyetisyenin dediklerini tekrarlıyor. "Ara öğün şart". "Kardeşim yıllardır aynı şeyleri uygulamaktan bıkmadın mı? Bir kere de beni dinle. Demek öyle olmuyor. Ne kaybedersin?" Diyetisyenler insanı hipnoz ediyor olmalı.  Eminim diyetisyenlere gidenler ve belki beni okuyan bir diyetisyen, "Sen ne biliyorsun ki diyecektir."

            Dr. Mehmet Öz, bir gazeteye verdiği röportaj'da şunları diyordu;

"- Yakın arkadaşım. ‘Wolverine’ filmini çekerken kas yapıp kilo alması gerekiyordu. Film bitince de o kiloları vermek istedi. Formülü ne biliyor musun? Günde aşağı yukarı 14 saat hiç yemek yemiyor. Sabah diyelim ki dokuzda yiyor, akşam da altıda. İkisinin arasında yemeğini yiyor ama akşamdan sabaha kadar bir şey yemiyor.

Ama bize “Az az ama sık yemek sağlıklı” diyorlar.

- Mantıklı değil ki. Atalarımız bizim gibi sürekli bir şeyler yemezdi. Zaten mağarada buzdolabı mı vardı ki kalkıp kalkıp atıştıracak. Hugh’un yöntemini ben de uyguluyorum. Günde 12 saat kadar yemek yemiyorum. Buna uyku dahil tabii.

Bünye ne tepki veriyor?

- Vücut alışıyor. Hatta gece geç vakit çok yediğin zaman, sabah daha aç kalkarsın. Ama 12 saatin sonunda değerlerin normale dönmüş oluyor. Hafif bir şeyler atıştırıyorsun, yetiyor."
Tamamını okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

            Şimdi gerçekten kilo vermek istiyorsunuz ve bunu hiçbir zaman başaramadınız mı?  Diyetisyene gittiniz fakat olmadı mı? Su içsem yarıyor mu diyorsunuz? Benim dediklerime yani benim değil de Dr. Öz'ün dediklerine bir kulak verin. Ben yıllardır bunu yapıyorum. Bir kötü alışkanlığım vardı. Çayı şekerli içiyordum. Yaklaşık üç yıldır tamamen bıraktım. Başta gerçekten dayanılmaz, tatsız bir deneyim yaşıyorsunuz. Bu gerçekten zor oluyor. Biraz bu konuda yol aldıktan sonra artık geri de dönemiyorsunuz. Çünkü bu kez şekerli de içemez hale geliyorsunuz. Fakat sabredip sonucu beklerseniz, şekerden kurtuluyorsunuz.

             Şekeri hayatınızdan çıkardıktan sonra, geriye beslenme alışkanlığını değiştirmek kalıyor. Yıllardır bu şekilde fazla kilolarla savaşmak zorunda kalmadan kendimce bir tarz geliştirdim. Tavsiye ediyorum.
         




         

         


8 Mart 2017 Çarşamba

KADIN OLMAK BÖYLE BİR ŞEY

       
kadın olmak


            Çocuk olmana asla izin vermezler. Doğduğun andan itibaren ileride bir kadın olacağın her türlü çirkinlikle sana hatırlatılır. Bazen yakın akrabadır bazen de komşun, bakkalın sahibi, belki çırağı...

             Korku hikayeleriyle büyürsün sonra. Şoför amcalar, tanımadığın adamlar şeker, dondurma, çikolata almak bahanesiyle alıp bir yerlere götürürler. Bilemezsin orada sana neler neler yaparlar. Kocaman adamlar, kirli eller ve pis bıyıklar, gözlerinin önünden hiçbir zaman gitmez. Gündüz dünyada gece rüyanda peşindedirler.

           İnsan değilsindir de bir oyuncaksındır. Kuluçka makineleri doğar, büyür ve çalışır.

           Sokaklarda bekler birileri... İnternette dolaşır bazıları... İsimsiz, sahtedirler, fırsat kollarlar. Bir resim, bir videodur istedikleri ya da ilgi. İstediklerini alamazlarsa yersin küfrü, hakareti.

           Okurlar meslek sahibi olmak için. Okulda babacan(!) öğretmenleri onlara özel ders anlatmak için ıssız odalara çağırırlar, kucaklarına oturturlar. Genç kız olduklarında moral vermek için(!) sarılırlar öğretmenler, saçlarını okşarlar, fırsat bulurlarsa yanaklarını sıkarlar. Yeri geldi mi taciz kokar sözleri. Konuşma derler sus, kimse duymasın, örtbas edilsin, kurum kirletilmesin.

           Çalıştıkları şirkette patronlarının talepleri arttıkça artar. Verilen işi yapmak yetmez de biraz rahatlatılmak isterler. Başbaşa kalmak isterler. İtiraz edince işten çıkarılırlar. Şikayet ettiklerinde karalanırlar. Arkadaşları abanır üstlerine fırsat buldukça dokunmak isterler. Kaçamazlar, yanlış anlamamalıdırlar, başka bir şey düşünüyorlarsa onlar kötü niyetlidir ama dokunanlar iyi...

                 
kadın olmak

               Anne olurlar korkarlar kızları için. Başlarına bir şey gelecek korkusuyla bir yere göndermek istemezler kızlarını. Hep bir endişe vardır akıllarında. Hava kararmadan evde dizlerinin dibinde olmalıdırlar.

               Aldatılırlar, susarlar. Bunu bir utanç gibi üzerlerinde taşırlar. Ne de olsa sebep hep kendileridir. Güzel olmak da yetmez her zaman vardır daha güzeli. Ruhlarına ve bedenlerine sahip olunduktan sonra bir kirli paçavra gibi atılırlar.

               Yalnızlıktan korkarlar, sevgisizlikten ve ilgisizlikten. Ön yargıdan, anlayışsızlıktan yorulurlar. Tükenirler ve öldüklerinde dinlenirler.


NOT: 8 Mart Kadınlar gününüz kutlu olsun. Yukarıda yazdıklarım süslü onlarca lafın arasında kaybolup gitsin. Yüceltilsin kadınlar yine, cennet ayaklarına serilsin. 

2 Mart 2017 Perşembe

BİTMEK ÜZERE OLAN BİR HAYAT

     
ölüm

       
          Yatağından doğrulur gibi yaptı. Gözlerinin içi gülüyordu. Yüzüme baktı. Sanki bir şey demek istiyordu. Ben de gülümsüyordum. Basit, oldukça sıradan ama gerçekte var olmak ve bunu sürdürebilmek için ihtiyacımızın kesinlikle olduğu, dünyanın oksijeninden  son bir nefes daha aldıktan sonra başı yastığına düştü. O bir kara delikti ve tüm dünya içine düştü. Hayatın anlamsızlığı bir kez daha karşıma çıkıyordu. Ne kadar kısa ve komikti hayatlarımız. Bir kelebeğin ömründen farksızdı. Kelebeğe bir günlük bahşedilen muhteşem güzellikteki hayatının yanından bile geçmiyorduk.

           O çok iyi bir insandı ömrünü en güzel şekilde tamamladı ve gitti.

           Onu ilk kez ilaç kokusunun eşlik ettiği, tüm misafirlerin ölümü beklediği, acının  göz yaşına eşlik ettiği hastane odasında gördüm. Cam kenarındaki yatağına uzanmış, beyaz teni, döküldükten sonra yeni yeni çıkan kır saçları vardı. Tatlı gülümsemesi ile ne kadar da cana yakın duruyordu. Doktorlar kolon kanserinin son evresinde olduğunu, yapılabilecek bir tedavinin olmadığını komşusuna bildirdiklerinde komşusu, son günlerinde ona eşlik edecek iyi birini aradığını arkadaşıma söylemişti. Benim de fazlasıyla işe ihtiyacım olduğundan çok, kimsesi olmayışına içlenerek kabul etmem, bizi bir araya getirmişti. İyi biri olduğuma emin değildim fakat kesinlikle benim ona ihtiyacım vardı.

            Kimsesi yoktu. Ne bir çocuğu, ne de yanında kalabilecek akrabadan birisi. Komşusu dışında  yakını olmadığı için ve maddi durumu da kötü olduğundan, hastaneye götürülmesi bile desteğe muhtaçtı. Bir kardeşi vardı Ankara'da oturan. Ondan para geliyordu gelirse. O para da bakacak kişiye ayrılmıştı.

            Hastanede oda arkadaşlarının ve kendisinin içinde bulunduğu durumda bile, ümitsizlik ve çaresizlik onun yanından geçmiyordu. Yemek yiyebilecek, tuvalete gidebilecek gücü vardı ya bu ona yetiyordu. Hasta arkadaşları ve hastane personeli tarafından seviliyordu. Komşuları iki günde bir gelip halini hatrını soruyor, ihtiyaçlarını karşılıyordu. Sabah yanına erkenden gidip, akşam yemeğini yemesini sağladıktan sonra eve dönüyordum. Neden kendisine bakabilecek bir yakını yoktu? Neden hiç evlenmemişti? Bu sorular aklıma geliyor fakat soracağım soruların onu incitmesinden korkuyordum.

            Bir gün, gözlerini cama dikmiş dışarıyı seyrederken, bana "Aslında çocuklarım da olabilirdi. Burada yanımda olmalarını isterdim. Senden memnunum fakat çocuklar başka olur. Ardımdan beni anacak, unutmayacak, torunlarıma birlikte geçirdiğiniz zamanlardan hikayeler anlatacak bir evladım olabilirdi" dedi. Gözlerinin biraz nemlendiğini fark ettim. "Tabi çok güzel olurdu. Ama bu kez sizinle tanışma fırsatını kaçırmış olacaktım" dedim. Hayatının son demlerinde olduğunu çok iyi biliyordu. Hazır gibiydi sanki. "Geçmişi değiştiremem" dedi. "Öyle olması gerekiyordu oldu. Gençliğimde benim de hayallerim vardı. Evlenebilirdim iyi bir aile kurabilirdim. Karşıma iyi insanlar da çıktı belki ama hiçbir zaman cesaret edemedim. Biri vardı onu sevmiştim olmadı ama. Ondan sonra da kimse olamadı zaten. Kaderin önüne geçilmiyor kızım.  Sanma ki kötü bir hayatım oldu. Başka türlü de olabilirdi diyorum o kadar. Bir söz vardır bazen düşünürüm. Seçtiğin yol senin kaderindir." Bu söz beni oldukçe etkilemişti. Hani kaderim böyleymiş deriz ya, biraz da kaderimiz için yazılacak yazıyı biz şekillendiriyoruz. Seçimler kaderimize etki ediyor.

                "Biri benim hikayemi yazarsa şöyle bitirsin." dedi.

                 "Ben onun yanına hiç gidemedim ve gözlerinin içine bakamadım. Beni hiç tanımadı. Kalan ömrünü bensiz yaşadı. Ben onsuz öldüm."

NOT; Aslında bu hikayenin çıkış noktası bana böyle bir iş teklifinin gelmesiydı. Ben o işe gitmeyi o kadar çok istedim ki bunu size anlatamam. Fakat benim yerime başka birini bulmuşlardı. Ben buna çok üzüldüm tabi. Sonuçta o hastanın yanına aslında hiç gidemedim ve yardımcı olamadım. 

22 Şubat 2017 Çarşamba

BLOGGER SORUNLARI

blogger
         
         

             Merhaba Arkadaşlar;

            Blog yazmaya başlayalı çok olmadı ve yeterince tecrübe sahibi değilim fakat şimdiye kadar yaşadığım sorunları ve edindiğim bazı izlenimleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu ve benzer konularda sizlerin de paylaşmak istedikleriniz ve tavsiyeleriniz varsa vakit ayırıp yorum yazarsanız çok sevinirim.

            Yaşadığım en önemli sorun, izleyici panelinden beni izleyenlerin blog adreslerine ulaşamamak. Google'da aratmak zorunda kalıyorum ve bu zaman alıyor. Bazen belirtilen isimlere ait bloglara hiçbir şekilde ulaşamayabiliyorum. Bu nedenle beni izleyen arkadaşları, bazen izlemek mümkün olmuyor. Bazen de evet blog adresine ulaşıyorum bu kez hata mesajı ile karşılaşıyorum ki tekrar bu konuda yaptığım işlem çok gecikiyor. Her zaman bilgisayarın başında olamıyorum. Özellikle şu son bir buçuk ayda ancak yayın hazırlamak için bilgisayarı kullanabildim.
plus


           Google Plus'tan çevrelerden de beni eklerseniz yayınlarınızı okuma şansım daha fazla olabilir diye düşünüyorum. Sizde de oluyor mu bilmiyorum takip ediyor bile olsam daha sık yazanlar nedeniyle diğerlerinin yazılarını göremeyebiliyorum. Bu sorun da yine Plus'ta paylaşım yapılarak giderilebilir belki. Buradan daha çok yayın paylaşımını eleştirdiğim çıkarılmasın. Kesinlikle öyle değil. Bu, üretkenliğin daha fazla olduğunu gösterir. Herkes sık paylaşım yapamayabilir bu, hazırlanan yazının türü, teknolojik sorunlar ile de ilgili biraz.

Blog okumak

            Benim en fazla önem verdiğim konu, yayınların okunması. Bu benim için çok önemli. Sizler bir paylaşımda bulunduğunuzda, bunu mutlaka okumaya çalışıyorum. Bazen yorum yazmadığım olabiliyor ama takip ettiklerimi okumak için büyük çaba gösteriyorum. Hepsi bana bir şeyler katıyor. Bana göre paylaşılan her yayın -muhtemelen onca işin arasında- emek harcayarak hazırlanıyor olması açısından çok önemli. Bu emeğin en önemli teşekkürü, okunması. Bazı yazarların, bu gösterilen çabaya karşılık yeterince değer görmediğini üzülerek fark ediyorum. Bunlar içerisinde çok takipçisi olan da takipçi sayısı daha az olup gerçekten güzel yazanlar da var. Öyle içten yazıyorlar ki her okuduğumda, bir sonraki yazıda nelerden bahsedecek acaba diye düşünüyorum.

            Google Plus'ta paylaşım yaparken en büyük rahatsızlığım, aynı anda birden fazla toplulukta, koleksiyonda vs bunu gerçekleştirememek. Bu da profilimde aynı konuda bir çok kez yayın paylaşımı demek oluyor ki oldukça rahatsızlık verici. Bunu uzmanlarla paylaştığımda yapılacak şu an için bir şey olmadığı söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

            Eğer Blogger yorumlarını Google Plus'a bağlamışsanız, her paylaşım sonrası sadece sizin kendi paylaşımlarınız bile yorum panelini kaplıyor. Bir de onayladıktan sonra yayınlama gibi bir şansınız bulunmuyor. Goggle kendisi denetlediği için, yorumların bazılarını spam olarak algılıyor ki bu genellikle link içerenler olabiliyor, link verilmeden yapılan yorumlarda da aynı şey olabiliyor ve ben bazı yorumları gizlenmiş buluyorum. Bu da çözülmeyi bekleyen bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Diyeceksiniz ki yorum tercihini blogger olarak seç. Bildirimlerde daha belirgin olarak gözükmesi, yapılan yorumların da başkaları tarafından görülebilmesi, artılama imkânı (artılarla ilgili yaşanan problemlere de ayrıca değinilebilir şimdilik geçiyorum) açısından bunu daha fazla tercih ediyorum. Belki ileride değiştirebilirim de. Değişiklik yaptığımda yapılan tüm yorumların silindiğini düşünüyordum ama öyle olmuyormuş.

Teşekkürler

            Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Sizlerin de bu konularda fikirlerinizi, eklemek istediklerinizi öğrenmek isterim.
         


16 Şubat 2017 Perşembe

SADECE DİNLİYORUM

            Yardım denilince nedense insanların aklına sadece para geliyor. Oysa bazen yardım, ağlayan, uğradığını düşündüğü haksızlıklara isyan etme noktasına gelmiş birinin derdini dinlemektir. Onu, orada yağan yağmurun ve soğuğun eşliğinde denize bakarken bulabilirsin. Dokunsalar ağlayacak dedikleri bir ruh haliyle uzaklara bakıyordur.

            Neden bu kadar üzgünsün?

            Seni bu hale kim ya da kimler getirdi?

            Sebebi, kendin olduğuna öyle çok inandırmışsın ki  bundan bir türlü kurtulamıyorsun. Belki de yanlış olan başkaları ve sen sadece iyi olmanın fakat bir türlü karşılığını alamadığına kanaat ettiğin fedakârlığının -ki bunu gerçekten karşılıksız yaptığınla ilgili ufak bir testten geçiyor olabilirsin- sonucu olduğunu düşünüyorsun.

            Bir dakika dur ve düşün. O öyle değil. Kolay bir hayat yok.

            Biliyor musun herkesin ayrı bir dünyası ve bunun içinde yoğrulduğu bir kazanı var. Aynı dünyayı paylaşan, teğet geçen hayatlarda, birbirine karışmayan, sınırları kendine ait ayrı evrenlerde arz-ı endam ediyor insanlar.

            Bak hayatın alt üst olması da bir hayalden ibaret olabilir. Bu, seni daha güçlü kılacak bir başka dünyaya taşıyan basit bir tren. Sen, başka dünyaya adım atmamakla, kendini güvende hissediyor ama bir o kadar da ümitsiz duygular içinde adına yaşamak dediğin her biri birbirinin aynı olan günlerinin gittikçe azaldığını fark etmiyorsun. Yola çık. Bilet almana da gerek yok. Fakat bu kez, yaşadıklarından çıkardığın paha biçilmez derslerle yeniden başla her şeye.

            İnsanlara derdini anlattığında, sana kendi dertlerinden dem vuruyorlar. Ben seni dinliyorum. Başka hiçbir şey yapmadan dinliyorum üstelik. Dilimin ucuna gelmiyor mu, geliyor. Bilinçli olarak konuşmuyorum ve sadece sana odaklıyım. Kendini iyi hissedene kadar da bu böyle olacak.

            Tesadüf yok hayatta. Bizim karşılaşmamız da gayet planlı olmalı. Sen seni anlayacak birini arıyordun, ben de o gün orada seni yargılamadan dinlemek için bulunuyordum. "Yargılamadan dinlemek" ne kadar da güven veriyor insana. Diyorsun ki aslında, "Seni her şeyinle kabul ediyorum. İçinde bulunduğun halin nedenleri ile ilgilenmiyorum. Seni yaşadığın hiçbir şey için suçlamıyorum."

             Face"te, içinde martıların ve denizin olduğu, "Vazgeçemediğim keyif " diye paylaştığın o süslü yalanı kimse umursamıyor. Seni gerçekte umursayan bir kişi var, bir de o an orada bulunan ben. Öyleyse seni gerçek sevenlerin dediklerini dinle.

7 Şubat 2017 Salı

İNSAN ve ŞEYTAN

       
insanın aldanışı ve şeytan


        Milyarlaca yıl geçti belki de. Tüm evren yaratılmadan önce miydi yoksa yaratıldıktan sonra mıydı tam olarak ne  zamana denk geliyordu onu bilemiyorum. Yani ruhlar önce miydi sonra mıydı? Yoksa her şey hazır mıydı? Fakat kötülük yokken orada ne güzeldi her şey. Şeytan o ara nerdeydi? Hangi iyi haliyle bulunuyordu yanında?

       Gerçek yüzünü göstermesi için biri gerekiyordu. O değersiz bedene baktı ve beğenmedi küçümsedi onu. Kendi kadar değerli ve güzel değildi. Kimdi ki? Var olmamalıydı. Kendi gibi mükemmel biri varken üstelik. Lakin sevilen o değersiz bedendi. Niye beni değil de onu diyordu beriki. Nefret ediyordu. Yok etmek bile yeterli değildi. Gözden de düşürmeliydi. Ben yaratılmışların en üstünüydüm, var mıydı aklıma, hızıma yetişecek?  Sonra düşündü hızla, ondaki zayıflığı göstermeliydi ki anlaşılsındı değersizliği, basitliği. Küçük mutlulukların peşinden koşup, yarınını düşünemeyen zavallılığını ortaya çıkardığında yine tek başına olacaktı zirvede. Öyle bir oyun planlamalıydı ki herkese rezil olsun ve yeterince malzeme çıksın, aşağılanmış olarak kovulmanın ne olduğunu bilsindi.

         Mükemmelliğini zekasını, göstermeliydi. Ne kadar akıllı ne kadar inanılmazdı varlığı. Senaryo basitti, fakat kötülük bilmeyen saf bir insanı kandırabilecek kadar da karmaşık. Ve oynadı oyununu. Gülümsedi, güven verdi, yeminler etti, inandırdı, vaatlerle döşedi yolu. Güller döktü sonra. Aşk dedi, mutluluk dedi, sen hak ettiğin yerde değilsin dedi. Bundan daha güzeli var dedi. Nereden bilsin yalanı bizimki? Daha önce hiç söylememişti. Oyun da bilmezdi üstelik öylesine dupduruydu ve varlık yeniydi onun için. Olduğu gibi davranmayı biliyordu. Aşkın elinden tuttu ateşe yürüdü ve sürgüne gönderildi.

         Kaç yıl oldu kaç mevsim geçti bilinmez. Acıyı, pişmanlığı, ayrılığı öğrendi dünyada. Dağların büyüklüğünü, yolların uzaklığını, varlığının küçüklüğünü öğrendi. Affın derinliğine sığındı gecelerde. Yıldızlarla konuştu yalnızlığını paylaşsın diye. Kimse dindiremedi içindeki boşluğu. Sonra anladı kimden ayrıldığını ve tekrar yalvardı.

         "Ey Rabbim, beni kendinden kopardın sonra buralara attın. Beni uzaklaştırdın kendinden. Şimdi öyle kimsesizim ki. Anladım şimdi, senden başka yok." Sonra bir ışık gördü içinde, karanlığı aydınlatan. Terk edilmemişti hep O'nunlaydı. "Herkes gelip geçici, bir sen varsın."  Hepsi imtihandan ibaretmiş acılarla olgunlaşırmış insan. Öncesi olmayan varlığının tek sebebi, içinde keşfedilmeyi bekleyen bir yol bulmakmış O'na ulaşan... O'nu bulduğunda da ne istiyorsa ayaklarının önüne serildi hepsi. "Bu da bir imtihan" dedi. Şaşırmadı, sendelemedi.

          Tekrar unuttu, unutmak onun en kolayına giden şeydi. Bu kez tekrar fısıldadı kulağına Şeytan, "Öldür, yak, yık, kül et hepsini. Değil mi ki senin sözünün önünde kimse duramaz. Herkes seni dinlemeli. Ahlaksızlıkta sınır tanıma, her şeye sahip ol, acıma!" Bizim zavallı kaptırdı kendisini benliğe. Denileni yaptı hem de seve seve. Sonra döndü yaptıklarına bir baktı ki insanlığı da orada yanmış.

        Bir gün insan yaptıklarına bakmak istediğinde bakılacak bir şeyin kalmadığını, gözlerinin, belki de kendinin de yitmiş olduğunu anlayacak. Haline üzülecek kimse kalmayacak yer yüzünde.

        Şeytanın oyunu bitmez herkesle oynar. Sonra insana bakar.  Öyle ileri gitmiştir ki insan.
Seytan, "Ben Allah tan korkarım der."

         İşte ben o zaman için diyorum. "Belki  Şeytan secde ediyordur artık önünde. Benim yapamadığımı, yapamayacağımı belki cesaret edemediğimi, düşünemediğimi de yaptın.

         "Tebrikler insan."

       NOT: Bu benim yaklaşık iki ay once yazdigim bir  yaziydi. Bu konunun da siyasate alet edildigini  şaşkınlık icerisinde izledigim bir videoyla ogrenmis bulunmaktayim. Once sileyim dedim.  Sonra vaz gectim. Iste insan bu şekilde aldanıyor. Her seyi cıkar amaçlı kullanmayalım. Yanlış...


3 Şubat 2017 Cuma

ANANASLA GEZİNTİ

         
Sosyal deney


           Geçen gün yine ananasın boynuna tasmayı geçirdim. Uzak akrabayı ziyarete gitmek için evden çıktım. Öyle ananas deyip geçmeyin, kendisi oldukça evcildir. İnsanlara saldırmaz, birine zarar verdiğini şimdiye kadar gören olmadı. Zavallıcık sessiz sessiz yanımda duruyor. Kimseye zararı yok billahi.

            Metroya bindik birlikte. Ayakta gidiyorum tabi. Yer verecek bir centilmen de çıkmadı. Bir yandan da açtım müziği dinliyorum. Arkamda duran adam omzumdan dürttü. "Hanfendi, hanfendi, az öteye gidin ananas ayağıma çıkıyor." "Yok." dedim "Yapmaz öyle şey" Bizim tartışma büyüdü. Çevreden müdahale edenler, müdahale edenlere müdahale edenler derken, yerde duran masum ananası aldım, öbür vagona geçtim. Tartıştığım adam da arkamdan gelmez mi? Bir de bas bas bağırıyor "Bu ayakkabıma işemiş." diye. Belli ki, para istiyor benden, yeni ayakkabı aldıracak. Kıvrak bir hareketle ilk durakta atladım aşağıya, adamdan kurtuldum.

            Olmayacak bu böyle otobüse bineyim bari dedim sonra. Sahil yoluna çıktım otobüs için. Durağa geldik, nasıl kalabalık.  Bu kalabalığı hangi otobüs alır? Kesin biz dışarıda kalırız diye içimden geçiriyorum. Otobüs geldi ben sıranın sonundayım. Yaşlı teyzeler, amcalar, çocuklu kadınlar ve onların arkadaşları otobüse bindikten sonra ayağımı merdivene attım. Elimdeki kartı okuttum fakat şöför elimde tasmayla ananası görünce. "Binemezsiniz onunla otobüse, Yasak" demez mi? "Beyefendi saatlerdir otobüs bekliyoruz. İnanın bende takat kalmadı. N'olursunuz kimseyi rahatsız etmez bu, en ufak bir sorunda ineriz aşağıya" diye dil döküyorum. Yolcular homurdanıyor "Ne zaman hareket edecek bu otobüs işimiz var bizim. Sen de taşıma onu yanında. Şöför ne yapsın kurallara uymak zorunda" Filan diyorlar. Yani bize acıyan yok anlayacağınız. Bu memlekette merhametli insan da mı kalmadı bilmiyorum.

            Beni indirdiler otobüsten, ağlamaklı bir haldeyim sahil yolunda biraz yürüyeyim açılırım belki dedim. Biraz yürüdükten sonra baktım benim ananas,  palmiye ağaçlarına doğru seyirtip duruyor, ihtiyaç molası herhalde deyip peşinden gittim. Neden sonra anladım. Bizimki yerleşik bir düzene geçmek istiyormuş. "Ben seni ne emeklerle baktım, bu hale getirdim, beni terk mi ediyorsun." deyip ağlamaya başladım. "Gel seni bir saksıya dikerim beni bırakma." Bilmiyor tabi onu benim sevdiğim kadar kimse sevmez, özenle bakmaz. Baktım bayağı bir ısrarlı. "İyi o zaman. Tamam. Bak arkamdan gelme. Sonra arasan da bulamazsın beni." dedim.

            Kimseye fazla değer vermeyeceksin azizim. Böyle gözünün yaşına bakmazlar işte.




Not:  Orta Doğu Teknik Üniversitesi psikoloji bölümü son sınıf öğrencisi Elif USTA isimli öğrencinin yaptığı sosyal deneyi okuduktan sonra böyle bir hikaye yazdım. Sosyal deneyin sonucu tam olarak ne oldu bilmiyorum ama uzun süredir eğlenceli bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Bu hikaye çıktı ortaya.