27 Ocak 2017 Cuma

DONALD TRUMP'IN OĞLU BARRON

       
Donald Trump

     
             Bir çocuğa ne yaparsa yapsın ne söylerse söylesin, "Sayko" denilemez. Dünyanın en zengini ve ABD başkanı da olsa, bir babanın kontrol edemeyeceği bir durumu sırf küçümsemek, onunla alay etmek, oğlu aracılığıyla babasını madara etmek ya da paylaşımlarda üst sıralarda görünmek adına bu yapılamaz.
 
             Konunun uzmanı değilim ahkâm kesecek halim de yok şüphesiz. Fakat videoyu izledikten hemen sonra çocuğun belki de otistik olabileceğini düşündüm. Bu olabilir evet. Gelecekte benzer bir durumla karşılaşmayacağınız ne malum. Yani sizin de çocuğunuz, diğer çocuklardan biraz daha farklı olabilir. O güne gidin. Soyunuzu devam ettireceğine, sizin için gurur kaynağı olacağına inandığınız ve bunun gibi çok büyük anlamlar yüklediğiniz çocuğuz, diğer normal denilen çocuklar gibi değilken ve bazı insanlar tarafından alay edilirken uzaktan şöyle bir bakın ona. O an bütün dünya sizin olsa ve size deseler ki, "Sahip olduğun her şeyi verirsen bu çocuk iyileşecek." Her şeyinizi vermek ve o çocuğu iyileştirmek istersiniz. Ama biliyor musunuz otizmin henüz bilinen ve kesin sonuç getiren bir tedavisi yok. Hatta sebebi bile tam olarak bilinmiyor. Bu tür çocukların bir çok konuda diğer insanlardan çok daha üstün yetenekleri var. Sadece insanlarla iletişim kurmada sorun yaşıyorlar.

              Diyelim ki herhangi bir rahatsızlığı yok ve tamamen normal bir çocuk. Yine de yapılanın telafisi yok. Bu sözleri söyledikten sonra artık bir özür yetmez, bin özür de yetmez inanın. Geri döndürülemez bir yanlış var elinizde.

              Babası bir ülkenin başkanı olma yolunda ilerlerken, çocuğun neler yaşadığını kendini nasıl bir psikolojik baskı altında hissettiğini bilmiyoruz. Binlerce kişinin içerisinde, bütün gözlerin üzerinde olduğunu hissetmesi, bir çocuğun kolayca kaldırabileceği bir şey değildir. Videoyu ilk izlediğimde ve altına yazılan "Sayko" ifadesini gördüğümde içimde çok büyük bir acı hissettim. İnanın o paylaşıma beğeni yapanlar belki de on saniyeden daha fazla bir süre düşünmeden beğen butonunu tıklamışlardı. Üzerinde hiç düşünmemişlerdi. Bu insanların, düşünmeden yaptığı  öyle çok davranış, yargıladığı ve aşağıladığı öyle çok insan var ki.  Bu olmamalı, sırf beğeni artırmak için ya da sadece eğlenceli bulduğumuz için, insanlar üzerinde oynamayalım. Varsın o kadar kişi beğenmesin bizi. Bunun için beğenmesin en azından. Bir insan hakkında bir paylaşım ya da yorum yaparken dikkatli olalım. Ortaya çıkabilecek sonuçları düşünelim.

             Öncelikle o sadece bir çocuk...

           

16 Ocak 2017 Pazartesi

BENİ BÖYLE DE SEVER MİSİN? - 2.BÖLÜM

-----------------------------------------------------------------------------------------------------  
  Okumayanlar için  BENİ BÖYLE DE SEVER MİSİN? - 1.BÖLÜM
-----------------------------------------------------------------------------------------------------

              Uzun süren bu depresyon ve halim ortada..
       
              Beni böyle de sever misin?

                                                                   Yeliz

 
             Maili gönderdikten sonra heyecanla beklemeye başladı. Acaba ne cevap verecekti? Beklerken, "Niye inatçılık ediyorum da telefon açmıyorum ki belki de okumayacak mailleri" diye düşündü. İşi gereği e-postasını mutlaka hergün kontrol ederdi Gökhan. Yeliz bir süre sonra uykuya daldı. Ertesi gün, kontrol etti gelen postaları, Gökhan'dan cevap maili gelmemişti. Sonra ertesi gün ve diğer günlerde de. Mutlaka bir sorun olmalıydı, bilgisayarı bozulmuş olmalıydı ya da çok fazla yoğundu işleri. Bu şekilde tam bir hafta geçti. Dayanamayıp telefon açtı, sayısız kez çaldırdı telefonunu fakat Gökhan telefonlarına da cevap vermiyordu. Sabah bir kısa mesaj aldı. Olabildiğince uzun fakat adı kısa olan bir mesaj. "Bak Yeliz benim işimi biliyorsun, farklı ülkelere seyahatlar ediyorum. Saygın insanlarla görüşmelerim oluyor. Ünlü şirketlerin yemeklerine, kokteyllerine katılmak zorunda kalıyorum. Milletvekilleriyle sıkı diyaloglarım var.  Yanımdaki kadının bana ve ortama yakışan biri olması gerekli. Sen kötü bir insansın demiyorum ama bu şekilde olmaz yapamayız. Bu konuyu daha önce konuşmuştuk. Seni de mutsuz etmek istemem. Hoşçakal."

           Yeliz telefonundaki mesajı okuyunca bir yere oturmak ihtiyacını duydu. Midesi bulanır gibi oldu. Gidip bir bardak su doldurdu sonra kendine. "Hayır bu olamaz"dedi. Tekrar telefon açtı. İzah etmek istiyordu bazı şeyleri. Kendisini anlamasını bekliyordu ya da duygularının anlaşılmasını. Bir mesaj daha geldi. "Beni asla arama!" Çaresiz, elindeki telefonu bıraktı. Balkona çıktı hava almak için.

           Tam olarak bir ay boyunca kendisine yazılan mesajı her gün defalarca okudu. Yapabileceği bir şey yoktu. Kabullendi.

            O gece bir eğlenceye davet edilmişti. Yeni aldığı kırmızı elbisesini giydi. Gözlerini ortaya çıkaracak bir göz makyajı yaptı. Saçlarını, aşağıda omuzlarına dökülen bukleleri olacak şekilde taradı. Çıkmadan önce kapının yanındaki boy aynasında kendine şöyle bir baktı. Altı aydır gittiği spor salonunda yaptığı egzersizler çok işe yaramıştı. Mükemmel denebilecek kadar güzel bir vücuda sahipti. Yazdıkları, eski bir tarihe aitti. Gökhan'a aslında bir sürpriz yapmak istiyordu maili gönderirken. Fakat verdiği cevap hiç beklediği gibi değildi.    

           Merdivenlerden aşağı indi. Siyah bir arabanın içinde bekleyen Erdem, hemen arabadan indi. Hızlıca Yeliz'in yanına geldi. Nazikçe elini öptü. Yeliz ona her zaman sorduğu soruyu sordu. "Güzel miyim?" Erdem her zamanki gibi  cevap verdi. "Ruhun kadar değil."

           Altı ay kadar önce tanışmışlardı spor salonunda. Yeliz kilolarıyla başı dertteyken ona en çok yardımcı olan Erdem'di. Her sabah  koşuyorlardı birlikte. Yeliz aksatmadan spora gidiyor, aynı zamanda sağlıklı beslenmesine yardımcı olacak eğitimlere katılıyordu. Ümitsizliğe düştüğü zamanlarda Erdem'e "Sence güzel olabilecek miyim?" diye soruyordu. Hep aynı cevabı almasına rağmen üstelik. "Ruhun kadar değil." Bu söz onu çok motive ediyordu. "Sen sadece var olduğun ve güzel bir ruha sahip olduğun için değerlisin." diyordu Erdem. Dış güzelliğin geçici, fakat ruhun sonsuz olduğunu bir kere daha hatırlıyordu.

           O gece uzun zamandır hiç eğlenmediği kadar eğlendi. Cektirdiği fotoğrafları sosyal medyada paylaştı. Telefonuna Gökhan'dan gece gelen mesaj, ilginçti.

           "Nasıl yani?"









Güzel Kadın

   Bu hikaye sonrası size bir başka yazımı da öneriyorum. 

8 Ocak 2017 Pazar

BLOG TEMALARI VE İÇERİK

       
En iyi Blog Temaları

            Blogun güncellenmesi ve ya temasının değiştirilmesi üzerine pek çok tavsiye okuyorum. Çok güzel temalar seçip uygulayanlar var. Bazıları da sürekli temalarını değiştirdiklerini söylüyorlar. Aslında temamı özelleştirmek ve ilk bakışta göze hoş görünecek bir tema kullanmak istiyorum. Ücretsiz siteler var hatta bir tema bulup indirdim. Deneme amaçlı bir şeyler de yapmaya çalıştım. Gördüm ki HTML kodları üzerinden değişiklik yapılabiliyor. Ben de bu konuya oldukça yabancıyım. Bu çok zor geliyor bana. Uğraşmak da istemiyorum. Daha kolay bir yöntem yok mu acaba?

           Ancak benim dikkat çekmek istediğim bir konu da içerik. Daha önce okuduğum bir blogta tema adına ilginç gelebilecek hiçbir şey yoktu. Aynı zamanda çirkin denebilecek bir temasının olması dikkat çekiciydi. Bu konuda uzman değilim ama simsiyah bir zemine yazılmış gri de olabilir neyse kötüydü işte. Fakat yazılanları okumaya başladığınızda inanılmaz bir farklılık görüyorsunuz. Asıl konunun anlatımına geçmeden önceki girizgah sizi öylesine etkiliyor ki. Artık ondan sonra söyledikleri mükemmele dönüşüyor. Kelimelerin seçimi, onların kullanılışındaki ustalık ve yapılan tasvirler anlatımı gözünüzde canlandırıyor. Bir çeşit canlı yayın izliyor gibi oluyorsunuz. Tabi temanın ve içeriğin birlikte uyum içerisinde olduğu bloglar da gördüm. Diyeceksiniz sen ne kadar blog okudun öyle de denebilir tabi hiçbir konuda iddiam yok.

         Bu içerikleri oldukça iyi olan blogların sayısı azımsanmayacak -takipçi demek istemiyorum- okuyucuları var. İlla ki temanız mükemmel olacak diye bir şey yok. İçerik kaliteliyse okuyan sayısı da artıyor bana göre. Bugün değilse de ileride mutlaka herkesin tanıdığı bloglar haline gelinebilir bu şekilde olursa, Yani demek istiyorum ki, eğer blog içeriği iyi ise tema arka planda kalabiliyor.

          Benim tema değiştirme konusundaki başarısızlığıma binaen züğürt tesellisi nev'inden de alabilirsiniz tabi ki konuyu.


4 Ocak 2017 Çarşamba

BENİ BÖYLE DE SEVER MİSİN? - 1.BÖLÜM

       
Kilolu kadın

            Şimdi aldığım kilolara bakıyorum da "Bu nasıl oldu." diyorum. Dediğim gibi oldu, aynen dediğim gibi. Ne otobüse rahat binebiliyorum, ne minibüse. Beni gören şöyle iğrenerek bakıyor, belki acıyarak. Ben büyük bir suç işlemiş olmanın ezikliği içinde, elimdeki kalan poğaçamdan bir ısırık daha alıyorum.

            Aynalara bakamıyorum, eskiden önünden geçtiğim dükkan camlarında olurdu gözüm. Alımlı bir kadını gördüğümden midir bilinmez, tekrar tekrar vitrinlere bakardım. O seni heyecanla beklediğim günlerde daha da güzeldim hatırla. Sen beni almaya geldiğinde "Seni her gördüğümde aşık oluyorum" derdin.

           Arkadaşlarla gittiğimiz kafelerde ilk önce açılışı bir kahveyle yapıyorum. Sonra bir büyük pizza dilimi, büyük boy patates, büyük şişe kola, arkasından tatlı. Biraz daha oturduğumuzda midem kazınıyor, bir de fondü söylüyorum. Sonra bir de çilekli milkshake. Arkadaşlarımın sayısı gittikçe azalıyor.
     
           Sabahtan açıyorum televizyonu ve bütün sabah programlarını, bruncha dönen kahvaltı eşliğinde izliyorum. Aslında programlar kahvaltıma eşlik ediyor. Bütün gün kapıyı çalan yok. Telefonda hiç arama mevcut değil. İçim sıkılıyor, buzdolabına doğru yürüyorum. Dünden kalma pastayı mideme indiriyorum. Öğleden sonra biraz dışarı çıksam iyi olur deyip, giyim mağazalarını şöyle bir yokluyorum. İçeri girmek mümkün mü? Sanki bedava dağıtıldığını zannettikleri giysiler ellerinde bekleşen kalabalığı yararak yukarı çıkıyorum. Soyunma kabinlerinin önü neredeyse kasaya kadar uzanmış, kasadaki sıranın da giriş kapısına dayanmış olduğu insanlarla dolu mağazada, kendime göre bir şey bulmam mümkün değil. Girişim nasıl zorluklarla gerçekleştiyse aynen öyle de çıkıyorum.

            Sen gittin ve herkes ölmeye başladı. İçimdeki daralma hiç geçmiyor. Nereye gitsem bir boşluk, anlamsız sohbetler ve faydasız geçirilen zamanlar. Zamanla anlıyorum ki bu hiç geçmeyecek. Bense içimdeki boşluğu doldurmaya çalışırken daha çok yiyorum. Yediklerim yeterli olmayınca da üstüne çerezlik bir şeyler alıyorum.

           Gece de bir korku filmi açıyorum korkmak için ve yanında mısır. Patlamış mısır beni çok duygulandırır bilirsin. Mısır yedikçe ağlıyorum. Film çok hüzünlü bildiğin gibi değil. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, ben dışarı çıkıyorum, koşturarak evlerine kaçanlara bakarak.

           Kapıya gelen olunca hiç sesimi çıkarmıyorum ki gitsinler. Ya çok erken çıkıyorum dışarı ya da çok geç. Gören olmasın diye yapıyorum bunu.  Akşam olunca balkondan dışarıyı seyrediyorum. Ankara'nın kenar mahallelerinden gelen o is kokusunu ciğerlerime çekiyorum. Bu evlerde kaç aile aç diye üzülüyorum. Gün içinde yaptığım en anlamlı iş ise sokaktaki hayvanlara yiyecek bırakmak oluyor. "Onlar da yesinler, herkes yesin doysun" diyorum.

           "Sen gidersen, çok üzülür kendimi bırakırım" demiştim, dinlemedin. hep başkalarını düşündüğümden kızardın bana. "Biraz da kendini düşün az bencil ol." derdin. Görmeyeli aylar oldu telefonda konuşmak yetiyor mu sanıyorsun. Hep çok meşgulsün hep ilgilenecek işlerin var. Para bu kadar önemli mi? Oysa benim senden maddi hiçbir beklentim olmadı. Karşılıksızdı benim sevgim. Biliyordun insanları çıkarları için kullananları sevmediğimi.


2. Bolum