19 Haziran 2017 Pazartesi

AŞK İÇİN -1.BÖLÜM-


        Asansör 4. katta birden durdu. Şirketin cimri patronları, asansör bakımını senede bir yaptırdıkları için, sık sık bozulurdu. Piyango kime vurursa artık...

        Bu kez bize denk gelmişti. Akşam olmuş, çoğu çalışan gitmişti. Aysun'la çok yakın değildik. Patronun sekreteri olduğu için biraz uzak dururdum ondan. Asansörde onca zaman kurtarılmayı bekledik. Havalandırma ve ışık sorunu yoktu. Topuklu ayakkabılarımızı çıkarıp yere oturduk. Birazdan nasılsa gece bekçisi katları dolaşacak ve biz kurtulacaktık. Daha önce hiç yapmadığımız kadar konuşmaya başladık. Meğer aynı lisede okumuşuz da farkında değilmişiz. Tanıdığımız ortak arkadaşlarımız varmış ama ben, sanki onunla hiç karşılaşmamıştım. Zaten büyük bir liseydi.

       "Eee anlat" dedi. "Ne anlatayım" dedim."Aşk için yapabileceklerinin sınırı ne?" Bilemiyorum böyle bir soruyla daha önce hiç karşılaşmadım"dedim. Aysun konuşmaya devam etti. "Bak bu aşk diye anlatılan ne varsa hepsi palavra. Sana başımdan geçen bir olayı anlatmak isterim dilenlersen." "Dinlerim tabi ki neden olmasın, zaten burada yapacak daha iyi bir şey yok." dedim. Aysun konuşmaya başladı.

        Ben, gezmeyi çok severim, bilmem daha önce hiç sözünü etmiş miydim? Bir turla Kapadokya gezisine gitmiştim. Yol boyunca sıkılmamak için gevezelik edecek birini arıyordum. Benim gibi gezmeyi ve gevezelik etmeyi seven bir adamla tanışmıştım. Aklımıza ne gelirse konuşuyorduk. Ben gülmekten perişan oluyordum. Vakit nasıl güzel geçiyordu anlatamam. Tur rehberinin gözetiminde etrafı geziyorduk. Bu da, yanımda hem gezip hem konuşurken, ayağı kayıp bir uçurumdan aşağı yuvarlanmasın mı? Bir de baktım adam yok. Neyse ki Allah'tan birkaç metre aşağıda düz, kayanın dışına çıkıntı yapmış bir zemin varmış. Yoksa uçurum nasıl biliyo musun? Aşağı direkt yuvarlansa parçası kalmaz. Ekipler geldi, kurtardılar. Ben de onlar gelip onu kurtarıncaya kadar üzüntüden ne yaptım bilemiyorum. Bildiğin kahroldum. Dualar ediyorum filan. Hayır, adamı daha önce tanımıyordum. Ne oldu da bu kadar üzüldüm diyecek durumda bile değilim. Öyle perişan olmuşum. Bereket çok büyük bir sorun yokmuş. Yukarı çıkardıklarında adamın boynuna sarılıp bir ağlıyorum ki sorma. Bu tuhaf hallerimi de sonradan fark ediyorum. Ayağı kırılmış.  Alçıya aldılar. Tabi ondan sonra geziden bir şey anlamadım. Hastanede bir süre yanında kaldım. İstanbul'a birlikte döndük. Herkes işinin başına. Fakat ben normal hayatıma devam edemiyor, bir sebep uydurup soluğu adamın yanında alıyorum. Ancak hala durumun farkında değilim. Her yerden takip ediyorum. Nerede ne yapıyor diye. Tüm sosyal medyada peşinden koşuyorum. An be an eğlenmeye devam ediyoruz. Bir gün bir şey oldu kavga ettik. Beni tüm hesaplarından ve telefondan engellemesin mi. Başta sadece üzüldüm fakat her geçen dakika azap çekiyorum adeta. Onsuz geçen zamanlarda bir hasta gibi dolaşıyorum. Bir görsem sesini duysam yetecek."

       "Ne güzel bir hikaye" dedim. "Sonra ne oldu?"

        "Hikaye mi? İnan hepsi gerçek ve dahası var" deyip anlatmaya devam etti.

         "Baktım olmuyor. İşten ayrıldım. Çalıştığı şirkete bir şekilde girdim. Büyük bir şirkette küçük bir işe razı oldum. Oturduğu mahalleye taşındım. Tekrar konuşmaya başladık. Bu kez mutluluktan uçuyorum. Her sabah masama bir gül ve yanında bir şiir bırakılıyor. Bugün acaba hangi şiir diye heyecanla masama gidiyorum. Her gün istisnasız bu gerçekleşiyor. Ben de bana konuşacağı günü iple çekiyorum. Görüşüyoruz, konuşuyoruz, şirketteki diğer arkadaşlarla birlikte akşamları, hafta sonları program yapıyoruz. Güzel günler böyle birbiri ardına geçip gidiyor. Maaşım bir öncekine göre daha düşük olsa da sorun etmiyorum. Bir yandan da değer mi bunca şeye diye sorup, her şey para değil önemli olan mutluluk diyorum."

         "Bütün bunları bir adam için yaptığına inanamıyorum. Delirmiş olmalısın. Belli ki fazlaca etkilenmişsin orasını anladım da iş değiştirmek çok riskli gibi geldi bana.  Evini taşımak hele iyice abartmışsın. Çok mantıksız" dedim. Benim bu sözlerim üzerine boynunu büktü. "Haklısın" dedi. "Mantık düşünecek halde miydim bir de bana sor. Sebep desen yok. Bana öyle geliyordu ki onu görmeden geçen her günüm karanlık. Biraz konuştuğumuzda ise birden güneş açıyordu. Mutlu ya da mutsuz olduğumda kendimi kapısında buluyordum. Ona olan ihtiyacım hiç azalmıyordu. Ne kadar kötü şey varsa dünyada birden yok oluyordu sanki. Unutuyordum ne bileyim tuhaf bir durum. Biliyorum şimdi sana çok saçma geliyor, beni anlamıyorsun. Kimsenin anlamasını beklemiyorum zaten."

        "Peki bunca şeyi neden bana anlatıyorsun." dedim.

        "Birine anlatmak istiyorum çünkü."

Okumak isteyenler için AŞK İÇİN 2.BÖLÜM

18 Haziran 2017 Pazar

BABAM'A



             O hiç hastalanmazdı, yorulmazdı, yaşlanmazdı. Onun varlığı, sırtımı güvenle yasladığım bir dağı andıran dayanak gibiydi. Ramazan'ı birlikte geçirmek için bana geldiğinde, hala eskiden olduğu gibi duruyordu karşımda. Kırlaşmış saçları ve sakallarıyla, ilerlemiş yaşına rağmen yine dimdik ayaktaydı işte. Beyaz bir kâğıda sarıp, paket lastiği geçirdiği emekli maaşının tamamını bana teslim etti. "Ah babacığım neden bunu yaptın?" dediğimde. Güçlü ve şefkatli sesiyle "Ben, senin babanım ve ölünceye kadar da yanındayım. Benim neyim varsa senin..." dedi.

             Çocukluğunu yaşamadan büyümüş ve çalışmaya başlamış. Dışarıda satamadığı simitleri gizlice okulda arkadaşlarına satmaya çalışırmış. Eğer simit sayısı yüze ulaşırsa, parasını tam olarak alabiliyormuş. Yazları, başka şehirlere gidip oradaki çiftliklerde, artık çocuk haliyle ona ne iş verilirse yaparmış. Bir keresinde sıtmaya yakalandığı için evine geri göndermişler.

             Gençken çok paralar kazanmış. Petrol Ofisi'nin devlete bağlı olduğu zamanlarda, işçi olarak girdiği işinde göstermiş olduğu başarılar sonucunda, diğer işçilerin ücretinin beş katı kadar kazanır hale gelmiş. Türkiye'de tır sayısının çok az olduğu o dönemde, kasalarının imalatında çalışmış. Uçak yakıtlarının daha az maliyetle ve fazla miktarlarda taşınmasında büyük katkıları olmuş. Yeri gelmiş bir müdür kadar itibar görmüş. Fakat sonra bir şekilde oradan ayrılmış. Sonrasında, merkezinde tır ve kamyonların olduğu farklı işler yapmış. O dönemlerde de büyük paralar geçmiş eline. Talihsizlikler neticesinde -ki şoförlük yapanların çok söylediği bir söz vardır, "Arabacılık cılık" diye - kazandığı ne varsa hepsi gitmiş. Hiçbir zaman hak yememiş, harama el sürmemiş, lakin o çok zenginlikten geriye sadece bir emekli maaşı kalmış. Fakat o, emekli maaşını bana veriyor ve ben o parayı milyonlarca liraya değmeyecek kadar değerli bir hazineymişçesine saklayacak yer bulamıyorum bir an.  

             Çocukluğumda, fazlaca saçmaladığım o günlerde bile beni büyük bir insanmışım gibi dinler, dünyanın en akıllı çocuğu benmişim gibi davranırdı. Yanında, başkalarının yanında olmadığım bir rahatlıkla oturur, saatlerce sohbet eder, sadece onu üzmemek için dediklerini dinler, sözünden çıkmazdım.

             Bir kere yanağıma hafiften bir fiske vurduğunda ne kadar haklıydın ve başka bir zaman elini kaldırdığını bile görmedim bana. Evden kaçıp çocuk aklımla maceralara atıldığımda bile, sadece başıma gelecekler için korktuğunu biliyorum. Yine de kollarını açıp, benim sana dönmemi beklemiştin. Beş yaşında bir çocuk olarak fazlaca tehlikeli, aynı zamanda çok heyecan verici bir günlük küçük maceram bittiğinde, eve koşarak gelmiş ve sana sarılmıştım. Kendi kararlarımı almaya başladığım dönemlerde, "Sen doğrusunu bilirsin kızım" dedin. Sonuç ne olursa olsun yanımdaydın.  

              Değil mi ki varsın ve değil mi ki "Ben senin yanındayım" dedin bana, artık sırtım yere gelmez baba. Ben de bu sebeple ayakta durmalıyım. Tıpkı senin gibi...

              İyi ki varsın ve hayatımın her bir günü için babalar günün kutlu olsun.



              Not: Tüm babaların babalar günü kutlu olsun.

26 Mayıs 2017 Cuma

BİRLİKTE YAŞLANMAK

evlilik


               Evlilikler neden bitiyor? sorusunun cevabını düşünüyorum. Büyük umutlarla başlanılan, nişan, düğün için her türlü maddi ve manevi fedakârlığın yapıldığı, büyük bir gürültüyle çevreye duyurulan evlilikler bir de bakmışsınız sessiz sedasız sona ermiş. Hele bir de çocuğunuz da varsa, sonrası bir kâbusa dönüşebiliyor.

              Bana kalırsa evliliklerin bitmesinin çok basit bir sebebi var. İnsanlar kendilerine benzetmek ve istekleri doğrultusunda değiştirmek üzere birini buluyorlar. Karşılarındakini olduğu gibi kabul etmiyorlar. Seçtikleri değil de buldukları üzerinden bir hayat inşa etmeye çalışıyorlar. Yıllar geçip, değiştiremedikleri insanlar için verilen çabaların boşuna olması da hayal kırıklığını beraberinde getiriyor.

             "Ben seçmeyi düşünüyorum" ya da "Seçim yaptım" diyenlere de şunu sormak istiyorum. Yaptığınız seçim yalnız dış görünüş nedeni ile miydi? Bu da çok rastlanılan bir durum çünkü. Hoşunuza giden birini ele alalım. Yeterince tanımıyorsunuz ve kendinize ait beklentileri yarı açıktan, yarı bilinç altı göndermelerle aktarıyorsunuz. Kadın ya da erkek, o da sizi kaybetmek istemediği için bir süreliğine olmasını istediğiniz kişiliğe bürünüyor. Evlilik sonrası ise herkes gerçek kişiliğine geri dönüyor ve bu kez "Ben onu yanlış tanımışım." cümlesi ile evlilik bitiveriyor. Diyelim ki bunların hiçbiri olmadı. Siz değiştirmeye çalışmadınız.  Güzel, yakışıklı, zengin vs. fakat kişiliğini yeterince tanımadığınız biri ile hayatınızı birleştirdiniz. Sonra yıllar içinde bunların hepsi, -özellikle görüntü- eskiyor, sıradanlaşıyor. Sıkılıyorsunuz veya artık bu saydığım vazgeçilemeyecek (!) özellikler bile evliliği götürmeye yetmiyor.

             Bir insan, kendisi için doğru olduğuna inandığı ve her haliyle kabullendiği biriyle evlenmelidir. Kimse karşılaştığı insanı kendi doğrusuna ve isteklerine göre şekillendiremez, yönlendiremez. Bir insanın aklını, kişiliğini, en önemlisi de ruhunu sevdiğinde artık ondan isteyeceğin farklı bir davranış tarzı da olmaz. Neyse öyle kabullenirsin. Zaten o haliyle sevmişsindir. Tabii benzerlik ve bir miktar değişim artarak devam edebilir. Zaten mutlu olmak ve mutlu etmek adına eşinin istediklerini göz önüne almak senin için zor değildir. Ama ısmarlama olamaz. Tam tanımadığın birinin aradığın özelliklere sahip olup olmadığını da bilmen olanaksız. Öyleyse şartsız, ön yargısız, karşılıksız, zihin okumadan, şüphe duymadan, taktiklere girmeden evlilik öncesi yeterli bir süre, sadece tanımak için ayrılmalı. Kişi olduğu gibi görünmeli, karşı tarafa da aynı özgürlüğü tanımalıdır.

           Tamamen içten gelen bir ilgi değerlidir. Çocukça pışpışlanmak, abartılı fakat samimiyetsiz bir ilgi, göstermelik hediyeler, klişeleşmiş ve alışkanlıktan öte gitmeyen sözcükler, bunların hepsi gerçek bir birlikteliğin önündeki en büyük engellerdir bana göre. Sonunda da balon olan o "Büyük aşk ve sevgi(!)" bitmeye mahkumdur.

            Evlilikte ortaya çıkan sorunlardan biri de ayarsız, göstermelik bir kıskançlık. Kıskançlığın gerçek sevgiyle bir alakası olduğuna inanmıyorum. Sebepsiz, yersiz, kendi kuruntularınla oluşturduğun kıskançlık, ilişkiyi zedelemekten başka bir işe yaramaz. Gerçek sevgi özgür bırakmaktır. Mutluluğuyla mutlu olmaktır. Olması gerekenden fazlasını beklememektir. Eşine sadık ve gerçekten seven biri, ne olursa olsun aldatmayacaktır.
             
           Bir de evliliğin ilk dönemlerinde ortaya çıkan güç çatışması var ki, tam anlamıyla aile olmayı engelliyor. "Benim dediğim olacak", "Bu evde benim sözüm geçer", gibi yanlış ifadeler, sadece kişisel egoları tatmin ediyor. Karşıdaki insanda ise tamiri zor olan yaralar açıyor. Zamanı geldiğinde, yıllarca ezilen taraf bir şekilde rövanşını almaya çalışıyor. Kararlar ortak alınmalı, önemli olan ailenin menfaati olmalıdır. Artık kurduğun aile dışında kim varsa ikinci planda olmalıdır. Önce aileni önemsemeli, onlara emek ve zaman harcamalısın. Eğer dışarıdan gelen müdahaleleri hayatına dahil edeceksen, o evliliğe hiç başlamamalısın. Çünkü bir aile kuracak ve devam ettirebilecek olgunluğa henüz erişmemişsin demektir.

          Eğer birlikte yaşlanmak için evlenmek istiyorsanız, doğru insanı arayın. Karşınıza çıkan herhangi birini ya da mantığınızın zorladığı birini eş olarak seçmeyin ve benim bu söylediklerime kulak verin derim.

20 Mayıs 2017 Cumartesi

SEN EN İYİSİ İŞ ARAMA



           Selma birkaç aydır bir emlakçıda çalışıyor fakat ölü sezon olduğu için eline doğru düzgün bir para geçmiyordu. Ek işler yapması gerektiğini düşünüp iş aramaya başladı. Gazetedeki iş ilanlarının altını çizdi. İnternette eleman arayanlar sayfalarını karıştırdı. Not etti defterine. Sonra sırayla telefon etmeye başladı.

           İlk aradığı numarada bir erkek açtı telefonu. İş aradığını günlük temizlik işlerine gidebildiğini söyledi. Karşıdaki ses, biraz durakladıktan sonra "Fotoğrafınız var mı?" diye sordu. Çalışanlarının dış görünüşüne önem verdiğini söyledi. Bu oldukça tuhaftı, çünkü alt tarafı temizlik yapıp çıkacaktı. İyi günler dileyerek kapattı.

           Diğer numarayı aradığında, telefondaki ses oldukça sakin bir şekilde ve alçak sesle konuşuyordu. Adam: "Bir süre önce eşimden ayrıldığım için biraz moralim bozuk. Temizlikten sonra, benimle konuşabilir misiniz? dedi. O da "Ben psikolog değilim beyefendi. Temizlik bittikten sonra çıkarım" dedi. Adam,"İyi o zaman, iyi günler" deyip kapattı.

           Bir sonraki coşkuyla açtı telefonu. Evin durumundan bahsetti önce. Yeni boya yaptırdığı için evin güzel bir temizliğe ihtiyacı olduğundan, yalnız yaşadığı ve sonuçta evde bir kadın olmadığı için de bu temizlik işinin içinden çıkamadığından bahsetti.  Bizimki içinden  hımm oldu bu iş, ücret de fena değil diyordu. Kapatmadan önce, "Söylemedim fakat bir arkadaşım daha var. Birlikte gelip temizliyoruz evleri. Öğleye kadar da bitiririz." Adam duraksadı. "Ben sizi ararım" dedi ve kapattı.

          Diğer numarayı aradı. Telefondaki ses bu kez gayet normal  tondaydı. Oldukça zengin olduğunu da araya sıkıştırarak, almak ve satmak istediği evlerden, bozdurması gereken dolarlardan bahsetti. Şu an oturduğu evin çok büyük olmadığını temizliğinin de oldukça kolay olabileceğini söyledi. Evinin satışında yardım edebileceğini de belirtti Selma. Adam yüz yüze görüşme teklifinde bulundu. Emlak alım-satımı konusunda da müşteri olabileceği düşüncesiyle kabul etti. Bir kafede buluşacaklar, şartları orada konuşacaklardı.

          Vaktinden önce gitti kafeye. Bir çay söyledi. Adamı beklerken  bu görüşmenin bari olumlu geçmesini umuyordu. Sokağın başında orta boylu ve göbekli bir adam belirdi. Yürümekten kan ter içinde kalmış yüzü, kıpkırmızıydı. Elindeki beyaz patiska mendiliyle alnındaki terleri siliyordu. Beyaz bir gömlek ve altına da siyah pantolon giymişti. Tahmin ettiği kişiydi ve kafede tek olarak oturan sadece kendisi olduğu için, adam direk ona doğru yönelmişti. "Selma'ydı değil mi? "dedi. Selma, ayağa kalktı "Evet benim..."

         Adamın hallerinde bir telaş seziliyordu. Sanki sakladığı bir şey varmış gibi bir tedirginlik davranışlarına yansıyordu. "Şimdi elimdeki bir miktar dövizi bozdurdum"dedi adam. "Onun için geç kaldım kusura bakmayın." Söylediği rakama bakılırsa zengindi ve ev alabilecek kadar parası da vardı adamın. Maddi varlığını oldukça abartılı bir şekilde anlatmaya devam ediyordu. Selma evin yerini sordu. Adres tarifine bakılırsa bir dolmuşla gidilebilecekti. Çok uzak sayılmazdı. Haftada iki gün temizlik yeterli olacaktı. Daha sonra adam yalnız yaşadığından, yalnızlığın çok zor olduğundan bahsetti. "İnsan birine ihtiyaç duyuyor Selma hanım. Tek başına hayat hiç çekilmiyor. İş ilanını koyduğumdan beri beni onlarca kişi aradı. Bir kadın vardı dört çocuklu. İşe çok ihtiyacının olduğunu söyledi. Çocukları okuyormuş ve maddi yardım alabileceği kimsesi de yokmuş. Ne desen yapacak biri. İnsanlar çok zor durumda çook."

         Selma orada biraz tırstı tabii. Niyeti neydi bu adamın? Konuyu emlak işine getirdi. Nasıl bir ev aradığını sordu. Adam sahil tarafında güzel bir ev istediğini söylüyordu. Sahil tarafındaki evler yüksek fiyatlı olmasına rağmen tercihinin o yönde olması zengin izlenimi veriyordu.

         Selma; "Şu an oturduğunuz evden de bahseder misiniz? Kolay satılıp satılmayacağını öğrenmek istiyordu. Adamın anlattığına göre ev, iki oda bir salon, son kat ve yağmur yağdığında su geçiren bir tavana sahipti. Bu tip evlerin satışının  kolay olmadığını aklından geçirdi.

         Elinde şu an için gösterebileceği satılık evlerden bahsetti Selma. İş bu noktaya geldiğinde adam yan çizmeye başladı. O zaman ne ev satma, ne ev alma derdinde olmayan bu adamın derdinin başka olduğu ortaya çıkmıştı işte. Adamın canı sıkılmıştı ve kendisine eğlence arıyordu. Bu arada garson geldi ve ne almak istediklerini sordu. Selma bir çay daha söyledi. Adam menüyü elinde evirip çevirirken, "Ben daha sonra almak istiyorum" diyordu.  Menüyü sayfa sayfa en az üç kez gözden geçirip ve garsonu çağırıp bir çay almak istiyorum dediğinde, Selma"yı bir gülme aldı. Ev, döviz satış alış... Adamın hali, söylediklerinin hepsi bir bütün olarak düşünüldüğünde, oldukça züğürt olan bu adam, kendisini zengin göstererek temizlik işi bahanesiyle kekleyecek bir kadın arıyordu.

        Selma şöyle bir arkasına yaslandı. "Fuat bey" dedi. "Bazı kadınlar da var ki erkekleri fena halde dolandırıyorlar çok dikkatli olmanız lazım. Çete gibi çalışıyorlar hem de biliyor musunuz? Arkalarında bunları kollayan adamlar oluyor. Eve girip adamın kafasına bir şeyle vurup bayılttıktan sonra, tüm döviz ve altınları alıyorlar. Ev sahibine ne yapacakları da biraz insaflarına kalıyor. Siz eğer iyi bir insansanız(!) ihtiyacı olana iş verip, sadece iyilik olsun diye yanınızda çalıştırısınız. Yok başka bir şey talep ediyorsanız. Başınıza bela açan biri de sizi bulabilir unutmayın." Gitmek için ayağa kalktı. Adam da toparlandı. Biraz bozulduğu tombik suratının kızardığından ve alnındaki boncuk boncuk terlerden belliydi. Garson hesabı almak için geldiğinde, adam pantolonun arka ceplerine ve gömlek dahil, tüm ceplerine elini atıp boş çıkardıktan sonra. Pantolonundan çıkan buruşuk bir kağıt parayı ve bozuklukları avucunun içinde sayarak garsona uzattı.

         Selma: "Ev alacak kadar paraya sahip olduğunuzda beni arayın, değerlendirelim" dedi. Bunları söylerken muzipçe gülüyordu. Karşısındakinin baştan sona yalandan ibaret olduğu şu kısa zaman diliminde öyle belli olmuştu ki. Zor durumdaki kadınları kullanabildiği kadar da kullanacaktı,

         Bir iş bulma macerası daha kazasız belasız atlatılmıştı. oradan ayrılırken bunları mutlaka yazmalıyım diyordu .

11 Mayıs 2017 Perşembe

FOTOĞRAFA BAKARKEN

       
ÇÖP EV

           
             Anlatılanları duydukça her bir olayı ayrı ayrı yaşıyorum. Kadının vücudundaki kurtları, çocuğun kafasındaki böcekleri, evdeki tüm çöpleri temizliyorum. Ama hayır, olamaz! Hepsi aynen duruyor. Fotoğraf elimde, ben ağlayamıyorum içim daralıyor.

             İnsan neden oturduğu yeri çöp eve dönüştürür? Sebebi geçmişe özlem ya da elindekinin gitmesi korkusu, aç kalmak, muhtaç kalmak, kimsesizlik. Ne olabilir? Evden, hiç kullanılmamış onlarca nevresim takımı, bardak takımı, tencere ve tava çıkmış. Pizza kutuları, eşyaların arasında duruyormuş. Yerler poşetlerle, koltukların, sandalyelerin üstleri ise kağıtlarla doluymuş.

            Araştırdığım kadarıyla bu biriktirme hastalığı ya da istifçilik denilen takıntılı durum, tek bir sebepten ortaya çıkmıyor. Geçmişte fakir bir hayat yaşayanlarda görülebildiği gibi, fakirlik çekmese bile hatıralarının yitip gideceğini düşünenlerde de görülebiliyor. Bazen de bir gün lazım olur diyerek başlanıp, artık önü alınmaz hale gelinceye kadar biriktirme devam edebiliyor. Hastalık boyutuna gelmesi, günlük hayatın etkilenip etkilenmediğine bakılarak anlaşılıyor. Siz siz olun, gereksiz ne varsa atın. Bunu illa ki eşya olarak düşünmeyin. Yıllar öncesinden kalma kasetleri, disketleri atmayan, mailleri ve telefon mesajlarını silemeyenler varmış.


            Gelelim benim bahsettiğim kişiye. Gençliğinde oldukça bakımlı bir kadındı diyorlar. O zamanlar, üstü başı düzgün, kuaförünü, temizliğini ihmal etmezmiş. Zamanla yaşadığı sorunlar neticesinde belki de o hale geldi. Kolon kanseri oluyor daha sonra. Ölümüne birkaç hafta kala, hastaneye kaldırılması ise belediye başkanına yakın bir kişinin desteğiyle gerçekleşiyor. Bu bile imkansızlık içerisinde yapılmış. Fakir gibi görünen bir insanken, sahip olduğu pırlanta ve paralardan, tapulu birkaç evden bahsediliyor. Bir de yardım etme bahanesiyle bunların idaresini bir şekilde elde eden, yabancı uyruklu bir kadın var. Bu kadın bunu iş edinmiş. Ölmek üzere olan kim varsa yaklaşıyor, vekaletleri alıncaya kadar da güven kazanıyor. Başka ilgilendiği yaşlılar da var diyorlar. Kadın ölmeden önce bütün vekaletleri bu yabancı uyruklu kadına devretmiş. Bankadaki değerli eşyalarını ve paralarını da içeriden onun adına teslim almış. Sonra bilmiyoruz o paralar nerede? O mu aldı, başka bir yere mi aktardı? Öldükten sonra evdeki tüm eşyaları sokaktan gelen geçen kim varsa çağırıp verdiğini söylemiş. Satmamış güya, orasını Allah bilir artık.

               Kimsesi yoktu diyor anlatan kişi, zavallının bir teyzesi vardı. O da cenazeye gelmemiş. Bir de şizofren oğlu varmış. Yazlık evde tek başına yaşıyormuş. Onun da hali içler acısı. Tırnakları ve saçları aylarca kesilmemiş ve yıkanmamış olduğunu söylüyor. Üstünde bir atletle, kış günü soğuk odada bir sandalyede, kıpırdamadan duruyormuş. "Onu gördüğümde iki koltuğunun altında birer kedi var zannettim" diyor. O kadar feci durumdaymış. Bir de oğlu, sadece yabancı olanlarla konuşuyor ve onlara güveniyormuş. Bu bana çok ilginç geldi.  Daha önce karşılaştığı memleket insanlarının, ona olan davranışlarının etkisi olabilir diye düşündüm. Tabii bu sadece bir düşünceden ibaret. Hep söylenir bizim insanımız delileri sever diye. Neden sever? Onlarla dalga geçip, eğlenmek için. Çıkarsa gerçekten vicdanlı olan biri, o da "Uğraşmayın zavallıyla" der. Öyledir yani.

            Aklın önemi bir kez daha teyit ediliyor. Bu çocuk, çocuk dediğim otuzlu yaşlarında olmalı. Rehabilitasyon merkezinde bakılacakmış bundan sonra. Yabancı uyruklu kadın onun vasisi olacakmış. Paranın yönetimini de artık o yapacakmış.

            Bu anlattıklarım tamamen gerçek bir hikaye. Böyle hayatlar da yaşanıyor.


Not: Fotoğraf, benim gördüğüm fotoğraf değil ama ona yakın bir fotoğraftı.      

4 Mayıs 2017 Perşembe

KAHVE FALI İÇİN ÇEKTİKLERİMİZ

           
Kahve falı
              Komşumun kahve falı hikayesiyle karşınızdayım. Komşum kızına çok düşkündür. Onun üzülmesini hiç istemez. Kızı bir gün "Anne bende kara büyü var kısmetim çıkmıyoo" demiş. Hemen o dakka hazırlanıp, birlikte kahve falı baktırmak için kahveciler çarşısına gitmişler. Ana kız kahvelerini içmişler,  Nasıl bir kalabalık. Çarşının başından itibaren insanlar sıraya girmişler. Kahve falı baktıkları yer, iki katlı ve ikinci kata kadar sıra var. Bunlar da önce yemek yiyip, ondan sonra gidip fal baktırırız diye düşünmüşler.  Fincanları, kahve içtikten sonra kendileri sıraya girmiş tabii ki.(İsim yazılıp sıra alınabiliyor, bu arada onu da hatırlatalım.)

             Yemekten sonra aşağıda girişte bir boş masa bulup ilişmişler. Sohbet muhabbet derken bunlara sıra gelmiş. Komşum diyor ki "Birden elinde sopayla bir genç, tepemden uçarak kahveye girdi." Karşı saldırıda bulunan kasanın başında duran adam da beyzbol sopasını sakladığı yerden çıkarıp gence doğru uçtu. Bunlar havada çarpıştılar. Sopalar, insanlar havada uçuşurken Kelime-i Şehadet getiren komşum, herhalde son nefesimi de burada verecekmişim gibilerinden kızıyla birlikte korkudan titrerken, kahve falı sırasındaki tüm insanlar çil yavrusu gibi dağılmışlar. Kavga havada en hararetli haliyle devam ediyor.

             Öğrendiklerine göre kahve falı bakan kadınla kasadaki adam karı-koca. Kavgaya gelen de çocuklarıymış. Sabah para isteyen oğluna para vermek istemeyen adam, (demek alışık ki), masanın altında beyzbol sopasını hazır bulunduruyormuş. Biri oradan "Cık cık cık, üst katta bütün gün fal bakacağına, şu çocukla ilgilenseydi bu hale gelip serseri olmazdı" diyormuş. O karışıklıkta komşumla kızı birbirinden epey bir uzağa sürükleniyorlar. Kızın elleri zangır zangır titrıyor. "Anneciğim sana bir şey olacak diye ödüm koptu" deyip, ortalık sakinleştikten sonra sarılıp hasret gidermişler. Kavga edenlere ne olmuş diye sorarsanız. Hiçbir şey olmamış. Kavgaları makul ve alışılmış sürede bitip, her biri olması gerektiği yere dönmüş. Genç, sokaklara, baba da kasanın başına.

             Komşum, fala baktırmadan oradan gideyim demiş. Parayı yanlarına bırakır mı? Adama demiş "Ben artık fal baktırmak filan istemiyorum. Paramı geri verin."  Kahve, kişi başı otuz lira onu söylememiştim. Adam on lira kesip geri vereyim demez mi? Yuh! o kadar arbedenin üzerine kahveler de benden olsun denilmez mi? Çok ayıpladık doğrusu. "Neyse olduğu kadar olmadığı kader" deyip paraya razı olup oradan kaçmışlar.

            "Eee  bundan sonra o sokağa adım atmazsınız artık." dedim"Atar mıyııız? (!)  bu son olsun diye karar verdik," dedi.

            "Geçen bana söylediğin Şemsipaşapasajındakisesibüzüşeciler Falcısı'na ne zaman gideceğiz?" dedim. Yarın için sözleştik.

2 Mayıs 2017 Salı

BLOG PARTİSİ ETKİNLİĞİ




      Annesinin Prensesi'nin başlatmış olduğu etkinlik ile ilgili Blog Partisi çekiliş sonucunda Annesinin prensesi ve Yasemin Işık ile aynı gruba denk geldiğimi sevinerek öğrendim.  

    Blog partisi katılımcı sorularına ise buradan ulaşabilirsiniz. Blog etkinliği ile ilgili bilgisi olmayanlar için söyleyeyim, çekilişte aynı gruba düştüğümüz katılımcıların sorduğu soruları cevaplıyoruz.  
 

1. Annesinin Prensesi Blogunun sahibesi'nin sorusu:  

     Bir şarkı yazmış olsaydın bunun hangisi olmasını isterdin ? 
    
     "Bende bir problem var" derdim.




2. Blog sahibesi Sonbahar Kedisi'nin (Yasemin Işık'ın) sorusu :

    Türkiye'yi alıp, istediğiniz bir ülkenin yeriyle değiştirebilir ya da bir yere ekleyebilirsiniz. Orası neresi olurdu ?

    Türkiye'yi alıp Fransa ve İtalya arasına, yine Akdeniz'e kıyısı olacak şekilde, o taraflara bir yerlere göndermek isterdim. Coğrafya bir ülkenin acı kaderi çünkü. Bizim de orta doğulu olmaktan çıkamama sebebimiz. Sürekli bir karmaşanın burada da yaşanması. Belki yer olarak farklı bir yerde olsak, medeni ülkelerde yaşanan özgürlük ve yüksek yaşam standartlarını burada da görebilirdik.




3. Benim sorum ise şuydu: 
    
    Bugünkü sen, geçmişe gidip yaşadığın olayları değiştirebilir misin ?  

     (Etkinlikte diğer arkadaşların soruları cevaplanıyor o yüzden ben cevaplamadım. Fakat sizlerin bu soruya cevabınızı bekliyorum.)  
   

     Arkadaşlarımın bloglarına ulaşmak isterseniz; 

     Annesinin Prensesi : Tatlı kızının zaman içindeki değişimlerini ve onun tüm sevimliliklerini, kendisinin de annelik hikayesini ayrıca her konudaki deneyimlerini anlatıyor. Çok samimi bir blogu var.

    Sonbahar Kedisi (Yasemin Işık): Eğlenceli ve başarılı hikayeleri ile tanıdım onu. Arkadaşlarıyla birlikte kendi öykülerinin de olduğu bir kitap çıkarmak üzere. 


    Siz bu sorulara ne cevap verirdiniz? Yorumlara yazarsanız sizin fikirlerinizi de öğrenmek isterim.